Francis Fukuyama, “Tarihin Sonu ve Son İnsan” kitabında Soğuk Savaş sonrası dünya için kötü bir ütopik portre çizmişti.

Aslında bu teori, yayınlandığı günden bu yana çok tartışıldı, üzerine saysız çalışma yapıldı.

Bunların önemli bir kısmı da akademik çalışmalardır.

Fakat bu korkunun sadece Batı’ya ait bir korku olduğunu çok iyi bilmek zorundayız.

Geleneksel bütün doktrinlerin kabul ettiği “döngüsel tarih” zemininden bakıldığında görünen gerçek, bugün güçlü görünen Batı medeniyetinin, gücünü kaybetme korkusudur.

Bu gerçeği -daha sonra Müslüman olarak Abdülvahit Yahya ismini almış olan- Fransız düşünür Rene Guenon da çok açık ve çarpıcı olarak Fukuyama’dan yıllar önce tespit etmişti.

Guenon, “Batı medeniyetinin şimdiki hâli, onun dışında hiçbir şey görmemeye, onu en iyi ‘medeniyet’ olarak görmeye alışmış olanların, her şeyin onunla biteceğine kolayca inanmaları ve eğer gerçekten yok olursa hakikaten ‘dünyanın sonu’ olduğunu düşünmeleri gayet anlaşılırdır.” diyordu.

Bu zeminde herhangi bir dünyanın sonunun gelmesi, tüm dünyanın sonu olamaz.

Bilakis tıpkı Immanuel Wallerstein’ın ifade ettiği gibi -bugün Batı medeniyetinin temsilcisi olduğu için- ABD’nin çökmesi dünyayı alternatifsiz bırakmayacağı gibi sayısız fırsatın kapılarını da ardına kadar açacaktır.

Batı’nın korkularını satın almaya ve kendi dünyamızın zenginliklerinden kopmaya gerek yoktur.

Zira bize ait dünyanın, “döngüsel tarih” zeminindeki yükselişini de yakından müşahede etmeye başlamışken.

“Tanrıyı kıyamete zorlamak” gibi bir çaba içerisinde olanların telaşları ya da endişeleri de Doğu’nun hiçbir değerinde kendisine yer bulamayacak marjinal Hristiyanlara ait bir kan ve gözyaşı operasyonudur.

Batı’nın temel korkuları, bugün Filistin’i acının ve gözyaşının merkezi yapan şeydir.

Ve bu korkunun sahipleri, “Batı medeniyetinin” sonunu getirme ihtimali olan her toplumu ya da devleti, daha en zayıf aşamasında iken yok etmeyi kendisine ilke edinmiştir.

Zira çoğu analiste göre, Üçüncü Dünya Savaşı’nın çıkıp çıkmaması, bu önde gelen askerî ve sanayiî güçlerin, Tukidides tuzağına düşüp düşmemelerine bağlı.

ABD’li akademisyen ve eski Savunma Bakanı Yardımcısı Graham Allison'ın son beş yüz yılda on altı yükselmekte olan gücün, hâkim gücü yerinden ettiğini ifade eden analizi, bu korkunun boşuna olmadığını da gösteriyor.

Zira, bir stratejist olarak Allison, bu hakikati ABD’nin başkanlık düzeyinde de iyi işlemiş olmalı.

ABD’nin Türkiye politikalarını da bu zeminde okumak gerekir.

Her şeye ve her tedbire rağmen bazı korkular gerçekleşir ve egemen güç de yerinden edilir.

Türkiye bu süreçte neden on yedinci devlet olmasın ve ABD’yi korktuğu yerden alt etmesin?

Zira bu gerçek, son iki yüz yıldır hiç bu kadar aşikâr olmamıştı.

Yaklaşık yüz yıldır “Türk devletleri” ve “gönül coğrafyası” da bu önderlik etrafında yeniden toplanma konusunda hiç bu kadar istekli değildi.   

Guenon’un temennisine ve öngörüsüne iştirak ederek şunu yinelemek istiyorum: Batı’ya göre “medeniyet” Doğu’ya göre ise acı ve şiddetin eşlik ettiği bu “karanlık çağ”ın sonuna işaret eden pek çok ipucu, daha fazla çalışmak için bir fırsattır.

Beş bin yılık devlet aklı ise en büyük rehber. 

Peki öyle ise Gazze, en derin yaralarımızı kanatarak yine en derin uykularımızdan uyandırır mı bizi?