Müslümanlar kendilerine ait olanı unuttukça başkalarında olanı almaya hatta onu bir norm olarak kabul etmeye de başladılar.

Hatta geleneksel olarak kendi tarihlerinin ürettiği bütün kurumsal yapıları da terk etme noktasına geldiler.

Bu, pek çok alanda böyle oldu ne yazık ki.

Eğer böyle olmasaydı ABD seçimleri, İslam toplumları için bu kadar büyük bir önem taşımayacaktı.

“Acaba hangi başkan gelirse daha az zulüm yapar?” gibi bir acınası teselliye de gark olmamış olurdu.

Müslümanlar, kendi iktisadi anlayışlarını geliştirerek devam etselerdi belki de bugün Batılı iktisatçıların tekelinde kalmayacaklardı; “Smith mi, Keynes mi, Polanyi mi?” tartışmasında alternatifsiz kalarak.

İslami İktisadı Düşüncesi için önemli çabalar gösteren Prof. Dr. Sabri Orman hem bugün içinde bulunduğumuz halin hem de ondan kurtuluşun formüllerini açıklar.

O aslında Gazali’nin iktisat düşüncesinden hareket ederek bize adalet, sosyal adalet ve ahlak kavramları üzerinden işleyen bir piyasanın faziletlerini açıklar; takva ve vera kavramları ile de bir piyasanın “ihsan” anlayışını ortaya koyar.

O, Schumpeter’in ifade ettiği, Eski Yunan’daki “oikonomia” yani hane halkı idaresi kavramı ile “ekonomics” olarak tarif edilen bağımsız ekonomi bilimi arasındaki beş yüz yıllık kayıp halkayı, kendi tarihimizden bir kavramla “İlm-i tedbir-i menzil” ile yani ev idaresi ve aile ahlakına dair konuları içeren bir kavramla doldurur.

Bu çerçeveden bakınca A. Smith’in de “Ulusların zenginliği” kitabından önce bir ahlak kitabı yazdığını vurgulamak, bir hakikat vurgusu açısından önemlidir.

Zira ahlakı olmayan bir iktisadın ya da piyasanın insanlara huzur ve mutluluk getirmeyeceği açıktır.

İnsanın açgözlü oluşu hesaba katıldığında, başıboş bir piyasanın da bir zulüm aracına dönüşeceği muhakkaktır.

İşte tam da bu noktada Hz. Peygamber’in Medine’de kurduğu Hisbe Teşkilatı oldukça önemli bir referanstır.

Bu teşkilat, pazarlarda denetimler yaparak haksızlıkları önlemeye çalışıyordu.

İktisadi hayattaki adaletsizlikleri önlemek suretiyle ilahi ve insani haklara riayeti emniyet altına alıyordu.

Bu anlayışın hem Selçuklu hem de Osmanlı örnekleriyle de yaşamaya devam ettiğini biliyoruz.

Bir Müslüman’ın ticareti ahlaki ilkelerden vareste olamaz.

Hele hele bir Müslüman’ın ticareti zulüm aracı hiç olamaz.

Bir Müslüman helal ya da haram ayırımından da kendisini sorumsuz kılamaz.

Hele hele de bunu, içinde yaşadığı seküler sisteme bağlayarak meşrulaştırma cihetiyle hiç yapamaz.

Bugün vahşi kapitalizme atfedilen bütün zulümlerin kaynağı adaletini, ahlakını, ihsanını, insafını kaybetmiş bir piyasa oluşudur.

Son dönemlerde savaş, salgın ve deprem gibi devasa yıkım araçlarının sürüklediği türbülansta, kendi ülkemizde de yansımalarını derinden hissettiğimiz bu yitimlerin faturasını çok iyi hesaplamak zorundayız.

ABD seçimlerini kazanan Trump’ın ilk döneminde uyguladığı şey de gerçek bir vahşi kapitalizmdi.

Şimdiki, “Savaşları bitirmek için geldim.” ifadeleri de bana göre ekonomik savaşları asla kapsamıyor.

Hatta artarak devam edeceğini bile çok rahat söylemek mümkün.

Fakat bu noktada ve en azından, Gazze’deki soykırımın bitmesi ihtimali bile her şeyin üzerindedir.

ABD’de ya da Avrupa’da olanlara gözlerimizi ya da kulaklarımızı tıkamadan yapmamız gereken şey her alanda kendimiz olmaktır.

Zulümleri kalıcı olarak bitirecek olan şey, Müslümanların her alanda birlikte güçlü olmasından geçiyor.

Bilgi ağlarımızı geçmişi de kapsayacak şekilde genişletmek zorundayız.

Hız kesmeden yerli ve millî adımlarımıza devam etmek zorundayız.

Batı kompleksinden kurtulup kendi değerlerimize yeniden öz güvenle tutunmak zorundayız.

“Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde gelmez” diyen atalarımıza da kulak vererek tabii…