Ağrılar, sancılar bir göstergedir.

Hem toplumsal hem de bedensel ağrılar, sancılar, tedavi edecek olanların ardına düştüğü mesajcılardır.

Beden de toplum da yaşadığı ızdırabı ağrıyla, sancıyla görünür kılar.

Şiddetleri ne kadar yüksekse işaret ettikleri sıkıntı da o denli büyük demektir.

Bedensel ağrıların ya da sancıların gösterdiklerini hekimlerimizin şifalı ellerine bırakarak biz toplumsal ağrıların, sancılarını izini sürmeye, gösterdiklerini birazcık irdelemeye çalışalım.

Bir toplumda sinsi yöntemlerle ilerleyen ve işaret vermeyen habis yapılar, yıkıma uğratacak seviyeye ulaştıktan sonra bir anda ortaya çıkarsa devleti ya da otoriteleri yıkabilirler.

Eğer devlet zayıfsa -tıpkı bir bedenin iletken sinir ağlarının felç olması gibi- onun istihbarat kanalları da zayıf ve işlevsiz olacağı için erken uyarı da veremez ve habis yapı büyümek için elverişli bir ortam yakalar.

Habis yapı, zayıf bir toplumda bir sinyal dağıtıcı işlevi de görerek idarenin bilgi kanallarını da manipüle eder.

FETÖ’nün yıllarca yaptığı şeyin bir benzeri olarak...

Eğer iktidar güçlü olmasaydı, toplumsal desteği de olmasaydı yıllarca sinsi ve ezoterik diliyle gizlendiği devleti ele geçirebilirdi.

Buna ramak kala 2013 sonrası -MİT krizi gibi- daha da belirmeye başlayan sancılar, iktidarın uyarılmasına ve sancının sebebinin araştırılmasına imkân verdi.

Ardından gelen e-Muhtıra ve 17-25 Aralık gibi hadiseler de şok azaltıcı etki ürettiler ve devleti daha derinden uyarmış oldular.

Eğer iktidar tıpkı öncesi yıllarda olduğu gibi zayıf olsaydı, semptomları erken algılayamayacak ve bir anda karşı karşıya kaldığı darbe girişimiyle yıkılacaktı.

Sadece iktidar değil, öyle anlaşılıyor ki devlet de ele geçirilecek ve ABD güdümlü bir FETÖ devleti olacaktı.

1960 Darbesi, 12 Mart 1971 Muhtırası, 1980 Darbesi, 28 Şubat büyük travma oluştursa da kodları 15 Temmuz’dan farklıydı.

Bu elbette onları daha hafif kılmıyor.

15 Temmuz’un en önemli farkı onun iktidardan öte direk devlete yönelmesidir.

O sebeple de onun ağrıları ve sancıları, “çığır açan ağrı” olarak değerlendirilmelidir.

Zira o ağrılar devleti uyarmış ve tedavi için gereken neşteri harekete geçirerek habis yapının temizlenmesine imkân vermiştir.

O habis yapı temizlendikten sonra yaşananlar da bize “çığır açan sancı” ifadesini kullandırıyor.

Savunma sanayiinde yaşananlar, dış politikada ortaya çıkan yeni roller, “terörsüz Türkiye” yolunda ortaya çıkan gelişmeler aslında o “çığır açan ağrı”nın açtığı yolun ulaştırdığı şeylerdir.

Etrafındaki ateş çemberini kıran Türkiye, içeride de saflarını sıkılaştırmanın adımlarını atabiliyor.

Çok daha yüksek bir çekim kuvvetine erişen devletin çekirdeği, etrafında çok daha yüksek bir toparlanmaya imkân sağlıyor.

Farklılıklara çok daha büyük bir çekim imkânıyla tutunma fırsatı veriyor.

Güçlendikçe korkularından arınan devlet, farklılıkları yönetme konusunda çok daha cesaretle adım atıyor.

Ağrılar, sancılar can yakıyor elbette.

Fakat şifanın anahtarı da onlar oluyor.

Bir bünye, yaşadığı sıkıntıyı, bu yolla beyne aktarabiliyor zira.

Ağrı, sızı, bulantı, baş dönmesi yoksa çare arayışı da yok demektir…

Bu durumda insan sormadan da edemiyor.

Peki, ağrı, sancı rahmet mi, azap mı?

Evet, bence ikisi de…