Her çağ, farklı özellikleriyle tanımlanır. Genellikle adlandırmanın merkezinde teknoloji bulunur. Taş Devri, Tunç Devri, İlk Çağ, Dijital Çağ gibi kavramlar büyük tarih değişimlerinin yaşandığı dönemleri ifade eder. 21. yüzyıl, internetin hayatımıza getirdiği yenilikler nedeniyle “Dijital Çağ”ın başlangıcı olarak isimlendirilmektedir. Bu çağ tanımlarını, insanların ruh durumlarını dikkate alarak yapsaydık acaba nasıl sınıflandırırdık? Huzur çağı, korku çağı gibi tanımlamalar getiren araştırmalar yapılmış mıdır? Çünkü her dönemin teknik değişimleri, sosyal değişimleri de beraberinde getirmiştir.

21. yüzyılın ilk çeyreğinde teknolojinin iletişim ve ulaşımda getirdiği kolaylıklar nedeniyle insanoğlu “öz güven” patlaması yaşamaktadır. Erişim kolaylığı insanın başını döndürmüş, başta bilgi olmak üzere her şeye kolay ulaşım onu sabırsız ve tahammülsüz yapmıştır. Bir tarafıyla kâinata hükmeden bir nitelikte yaratılan insan diğer tarafıyla “Cürümü kadar yer yakar.” bir acziyetin içindedir. Acziyetine yatırım yapınca haddini bilmez, açgözlü bir yaratık ortaya çıkmaktadır. 21.yüzyılın kalan üç çeyreği insan davranışı açısından nasıl değerlendirilir bilmem ancak ilk çeyreği tanımlayan kavram, “haddini bilmemektir.”

Kültürümüzde, “İslam’ın şartı 5’tir, eğer 6 olsaydı o da haddini bilmek olurdu” diye bir söz vardır. Günümüzde yaşadığımız birçok acının, sıkıntının altında insanoğlunun doyumsuz iştahı yatmaktadır. Eski çağlarda insanların coğrafya ile sınırlı belli bölgelerde yaşamasıyla ortaya çıkan bir iyi ya da kötü huyun yayılım alanı, yaşanılan bölge idi. O nedenle bir bölgede yaşayan insanlar hakkında kolaylıkla “onlar çok cimridir, dürüsttür, ahlaklıdır” gibi tanımlamalar yapılırdı. Başka bir yerde karşılaşınca bu karakter özellikleri hemen fark edilirdi. Küreselleşen dünyada bu tür tanımlamaları daha az duyar olduk, bundan sonra daha az duyacağız. Çünkü küreselleşme yerel millî değerleri yok eden bir özelliğe sahiptir.

Had bilmezlik, toplumların her kesiminde yaşanmaktadır. Bunun en belirgin örneği, sorumluluk sahibi olması gereken yöneticilerde tezahür ediyor. Had bilmezliğin en ilginç ve uç örneğini ABD Başkanı Trump’ta görüyoruz. Dünyanın ekonomik olarak en güçlü devletinin başı, âdeta “kendine taparcasına” ağzından çıkanı kulağı duymaz bir şekilde konuşarak birçok felakete kapı aralamaktadır. O nedenle dünyanın en büyük devletlerinden Osmanlı’nın padişahlarına askerleri “Gururlanma padişahım, senden büyük Allah var.” diye nida ederlermiş. Yine dünyanın en uzun ömürlü devleti Endülüs’ün El Hamra Sarayı’nın duvarlarında “Allah’tan başka galip yoktur” ayet-i kerimesi yazar.

Had bilmezlik, şımarıklık aynı zamanda küfrân-ı nimet etmektir. O kimse ki verilene şükretmez; hak, hukuk tanımayarak hem yaratanla hem de yaratılanlarla ilişkisini bozar. Bu ilişki düzeninin egemen olduğu dünyada kimse kendinden, yarınından emin olamaz. Kontrol kaçmış gibi gözükse de Allah’tan umut kesilmez. O nedenle biraz daha fazla insanın aciz yaratıldığına, nisyan ila malul olduğuna vurgu yapılmalıdır. Gereksiz iltifat; şımarıklığa, kibre, had bilmezliğe yol açmaktadır. Belki de biraz daha fazla ölüm karşısında ne kadar eşit olduğumuzu, kader karşısında boynumuzun kıldan ince olduğunu bilerek yaşamak bizi kurtaracaktır. Bir ilahi sözüyle bitirelim; “Gururlanma insanoğlu, ölmemeye çaren mi var? Ecel gelmiş can gider, vermemeye çaren mi var?”