Almanya Yeşiller Partisinden. Alman yeşillerinin bütün hastalıkları onda mevcut.
İlk olarak, 1986’da caretta-caretta kaplumbağalarını korumak için Türkiye’ye gelmiş.
Sonrasında Almanya-Diyarbakır hattında mekik dokudu. Burnunu Türkiye’nin iç işlerine sokmak için yaptığı gayretkeşliklerinden tanıyoruz. Türkçe öğrenmediğine hayıflanacak kadar Türkiye’de yaşadı.
Gazze’deki soykırıma karşı takındığı rezil tavrı biliyoruz. Densizlik kapasitesini bir örnekle anlatayım… Türkiye’de bir Türk milletvekiline karşı ‘hakaret davası’ açmıştı. Çevresindekiler “Sen Türk değilsin, üstelik kadınsın, üstelik karşındaki güçlü bir Türk siyasetçisi, hiç şansın yok” demesine rağmen davasından vazgeçmedi. Davayı kazanıp tazminatını aldı. Buna rağmen yıllardır, “Türkiye’de yargı bağımsız değil” diyebiliyor.
BİZİ YANILTMAZ
Türkiye’de ne zaman sokaklar hareketlense hemen ortaya çıkar. Gezi olayları öncesinde Almanya'da sel felaketi vardı ve Yeşiller kum torbalarını doldurmakla meşguldüler. Ruth o sırada Türkiye’deydi. Tam da olayların başladığı gün İstanbul’da, tesadüfen(!) Taksim’de ve işe bakın Divan Otel’deydi.
O güneşli cumartesi günü bir arkadaşı ile Gezi Parkı’nı gezmeye çıkmıştı. Simit yemişler, piyanodan yükselen müziği dinlemişlerdi. Ruth, parktaki pek çok insanın maske taktığını görmüş, neden olduğunu anlamamış, şaşırmıştı. Meydan karışınca koşup oteline sığındı. Sonraki yıllarda, o hatıranın hatırı için Türkiye’ye her gelişinde, Divan Oteli’nde kalmayı alışkanlık edinmiş.
SON GELİŞİ
Claudia Roth yine geldi. Almanya’nın “Kültür ve Medya Bakanıyım” dese de aslında ‘topal ördek’. Çünkü partisi şubat ayındaki seçimlerde ciddi oranda sandalye kaybetti. Almanya’yı 5 Mayıs’tan itibaren Hristiyan demokratlarla sosyal demokratların koalisyonu yönetecek. Yani bakan ünvanını tamamen kaybetmesine sadece günler kaldı. Üstelik kişisel kararı ile burada. Almanya’yı, Alman hükûmetini temsil etmiyor.
14 Nisan Pazartesi günü, t24 sitesinde kendisi ile yapılan bir röportaj yayınlandı. Geçmişte takılı kalmış. Türkiye’yi eski Türkiye, kendisini de Almanya’nın, hatta AB’nin zorbalık yapmaya yetkili müfettişi zannediyor.
Sokaktaki öğrencilerin yanında olduğunu göstermek için gelmiş. Gençlerin sokakta olmasından pek memnun kaldığını anlatıyor. Boykotu çok akıllıca bulmuş. Espresso Lab’e bile gitmiş. İçeride sadece 2 veya 3 kişi görünce keyiflenmiş.
Türkiye’nin AB üyesi olma şansını 19 Mart’ta kaybettiğini iddia ediyor. Meğer 19 Mart öncesinde Alman hükûmeti, Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin yeniden başlatılmasına neredeyse kesin gözüyle bakıyormuş!
ÖZEL İLGİ ALANI
Roth’un asıl ilgi alanı PKK. Belli ki 1 Ekim 2024’te başlayan süreç onu mutsuz ediyor. Mutsuzluk pek hafif kaldı. Tarihe ‘son PKK’lı’ olarak geçmekte kararlı. Konuşmasında Öcalan’ı Kürt davasına(!) ihanet etmekle suçlayacak kadar ileri gitmiş. PKK silah bıraksa da o bırakmayacak. Âdeta yırtınıyor Roth. O ünlü film repliğini kendisine uyarlamış; “Durun, siz kardeş değilsiniz, barışamazsınız!”
Dayatıyor: “Önce demokrasi, sonra barış!” Demokrasiyi sorsan onu da kendisi tarif edecek.
Sürecin sonunun barış olacağından emin değilmiş. Eğer gerçek bir barış süreci olsaymış şunlar şunlar olurmuş. Sayıyor Roth, saymalara doyamıyor.
Ne diyelim! Barış sürecinden emin olmak için bir sebebimiz daha oldu. Hatta sen emin olmadığına göre, bizim emin olmamızın şartları tamam demektir.