Adıyamanlı Türkmen bir ailenin çocuğu. Babası solcu, annesi dindar, kendisi devrimci…
İlk hapishane deneyimini 1978’de lise 2. sınıf öğrencisi iken Kahramanmaraş katliamı protestosuna katıldığında yaşıyor. 12 Eylül 1980’de siyasi faaliyette bulunmaktan tutuklanıyor. Sonrası da var.
7-8 yılı hapishanelerde geçse de hapis yatmışlığını rütbe gibi kullandığını gören hiç olmadı. “Hapishaneler de memlekettendir” demiş birinden, bu zaten beklenmezdi.
Lügatinde bazı kelimeler eksik. ‘Kibir’ yok mesela. ‘Kurnazlık’ yok. ‘Yalan dolan’ yok. Dümdüz yürüyen bir adam. Onunkisi; ‘hasbilik’, ya da ‘içtenlik’. Hangi kelimeyi tercih ederseniz…
Sahici gülümsüyor. Her gülümsemesine, hayatının yansıması olarak, yaşadıklarından süzülmüş ince bir hüzün eşlik ediyor.
Türkiye’de konuşulan her dilde fıkra anlatabilir. Herkesle göz hizasından konuşabilir, muhabbet edebilir, muhabbetle tartışabilir, şakalaşabilir. Kapısı, gözü, gönlü, kulağı herkese açık.
Her zaman, her yerde, kendisini olduğu gibi tutup sözünü, sorumluluğunu, sanatını büyütmeye çalışan biri olarak öne çıktı. Meclise de halkın girdiği kapıdan girdi. Amatör oturuşuyla kürsüye bilgelik taşıdı. Kürsüden ferahlık yaydı.
Kimseye nasip olmayacak bir koordinatta duruyor. Neredeyse tek başına.
AĞAÇLARIN DA VEKİLİ
‘Gezi’nin ilk gününde, olanca samimiyetiyle “ben ağaçların da vekiliyim. Yok öyle istediğin zaman, istediğin ağacı kesmek” refleksiyle oradaydı. Ancak ‘gezi’nin ilk günleri ile devamını birbirinden ayırdı. Dedi ki; “…dünyada böyledir, işler böyle gittiği zaman elbette herkes parmağını sokup kendi siyasi çıkarı için orada bir pozisyon yaratmaya çalışır. Biz bunu engelleyemeyiz, denetleyemeyiz de. Ama eğer hükûmetseniz bunun zeminini ortadan kaldırmak yapılacak en akıllı iş olur. Bu itirazı ortaya çıkaran nobranlıklara son verirsiniz. İtiraz kendini gözden geçirir, varsa bir yabancı komplo onların da hevesleri kursaklarında kalır. Kalsın da; kalmalı da.”
DUA ALANLARIN BİRİNCİSİ
Konuşmaya başlamadan önce bir gülüşü var. Dinlemeye davetkâr bir gülüş.
“Barışın sözcüsü kim olacak?” denildiğinde, başlar kendiliğinden ona çevrildi. Önceki çözüm sürecinden bedel ödeyerek çıksa da kenara çekilmedi. Yeniden gönüllü yazıldı. Oysa ciddiye alması gereken hastalıkları vardı. Ne konuştu ne de konuşturdu.
Barışı konuşacak kaç taraf varsa o hepsinin tam ortasında durdu. Gayretiyle, fedakârlığıyla eşsizdi.
Bu ülkeye barış geleceğine inananların sayısı çoksa bunda onun esaslı bir payı vardır. Kendisi inandı ve öyle inanarak anlattı ki; güvenmemek elde değildi.
Dosyalar, sorgulamalar, suçlamalar, hapishane duvarları, hoyratlıklar hep kalbinden hırpalamıştı onu. Barışa doğru en önden koşarken kalbi tekledi.
Hikâye anlatmak için doğmuş, hikâye dinleyerek büyümüştü. Barışa küsülmeyeceğinin en güzel hikâyesi onun bizzat yaşadığı hayat.
Şimdi hastanede yatarken kim bilir ne çok kişiye sanki onunla önceden tanışmış, sohbet etmiş, yol yürümüş gibi geliyordur. Nereden biliyorum? Çünkü bana da öyle geliyor.
En çok dua alanların birincisi o. Tüm Türkiye onun iyileşmesini bekliyor.
Sağlığına duacıyım.