İsrail’in son dönemde Suriye’de artan hava saldırıları, ilk bakışta kudretli bir askerî hamle gibi görünse de aslında stratejik bir çaresizliğin dışavurumudur.
İsrail, geçmişte Orta Doğu’da birçok aktörle karşı karşıya gelmiş ve bu mücadelelerden çoğunlukla askerî başarıyla çıkmış olsa da bugün Türkiye gibi bölgesel ölçekte etkili ve devlet kapasitesi yüksek bir aktörle ilk defa karşı karşıya gelmenin şoku içerisindedir.
Tarihi boyunca İsrail, Mısır’dan Lübnan’a, İran’dan Suriye’ye kadar pek çok Arap ülkesiyle çatışmalara girmiştir.
Ancak bu aktörlerin çoğu zayıf devlet yapıları, iç siyasi krizleri ya da sınırlı askerî kapasiteleri nedeniyle İsrail için gerçek anlamda bir tehdit oluşturmaktan uzaktı.
İsrail, bu çatışmaların hiçbirinde Amerika Birleşik Devletleri’nden ara buluculuk istememiş, aksine kendi inisiyatifiyle hareket etmişti.
Ancak ilk kez Türkiye gibi bir devletle karşı karşıya geldiği bu süreçte, Washington’ın devreye girmesini arzulayan bir İsrail ile karşı karşıyayız.
Donald Trump’ın ise İsrail’e beklenen desteği vermemesi dikkati çekici. Trump yönetimi, İran’ın etkisinin kırıldığı ve Amerika’nın bölgeye doğrudan müdahil olmadan denge sağlayabileceği bir Orta Doğu düzeni kurmayı hedefliyor.
Ancak böyle bir düzenin tesisi için gerekli olan bölgesel meşruiyet İsrail’de mevcut değil. Zira İsrail, bölgesel düzen kuran değil, daha çok düzen bozan bir aktör olarak hareket etmektedir.
İsrail’in Suriye’de yürüttüğü saldırılar bu nedenle stratejik bir tıkanmışlığın göstergesidir. Türkiye’nin giderek daha etkin hâle geldiği Suriye denkleminde İsrail’in hamle alanı giderek daralmaktadır.
Bu şartlar altında İsrail’in, Şam’ın güneyinin silahsızlandırıldığı ve daha önce işgal ettiği bazı bölgelerden çekilmeyi kabul edeceği bir anlaşmaya razı olması muhtemeldir.
Bu çekilme hem Türkiye’nin artan nüfuzunun hem de İsrail’in bölgesel izolasyonunun bir sonucu olarak okunmalıdır.
Sonuç olarak, İsrail’in Suriye’deki saldırgan tutumu bir güç göstergesi değil, aksine diplomatik ve stratejik yalnızlığının, bölgesel denklemde giderek sıkışmasının bir göstergesidir.
Orta Doğu’da yeni bir düzen kurulacaksa bu düzenin mimarı İsrail değil; kapsayıcı, istikrarlı ve meşru aktörler olacaktır. Ve bu bağlamda Türkiye, kaçınılmaz olarak bu yeni düzenin merkezinde yer alacaktır.