İmamoğlu’nun yolsuzluk suçlaması ile tutuklanması sonrasında Cumhuriyet Halk Partisi’nin verdiği tepkiler -sokak çağrıları, boykotlar, kontrolsüz çıkışlar- bir kez daha gösterdi ki Türkiye’nin en yakıcı sorunlarından biri iktidar değil, muhalefet sorunudur.

Cumhuriyet Halk Partisi, FETÖ operasyonu sonrası tasfiye edilen Deniz Baykal’ın ardından âdeta kafası kesilmiş bir tavuk gibi savrulmaya başladı.

Buradan Baykal’ı ya da onun öncesindeki CHP’yi idealize ettiğim sonucu çıkmasın. CHP, Türkiye’de uzun yıllar boyunca vesayet rejiminin -askerî ve bürokratik elitlerin- desteklediği bir siyaset anlayışını temsil etti.

Sokağa inmeyi, vatandaşa derdini anlatmayı zül sayan bu elitist yaklaşım, çok partili hayata geçilmesine rağmen her seferinde darbeler ve müdahalelerle yeniden ülkeye hâkim kılınmaya çalışıldı.

2000’li yıllarla birlikte Türkiye’de askerî ve bürokratik vesayetin tasfiye edilmesiyle, CHP bu konforlu alandan çıkmak zorunda kaldı. Ancak partinin siyasal genetiği bu dönüşüme izin vermedi.

Baykal sonrası CHP’yi yeniden şekillendiren aktörler de bu durumu bildikleri için geçici, palyatif çözümlere yöneldiler. DEM Parti’yle yakınlaşarak süslü söylemler, sahte açılımlarla AK Parti’ye karşı biriken tepkinin kendilerini iktidara taşıyacağını düşündüler.

Ama olmadı.

CHP seçmeni her defasında çıkmaz sokakların çıkmaz olduğunu anlamak için o yolların sonuna kadar yürümek zorunda kaldı, büyük hayal kırıklıklarına uğradı. Her seçimde “Bu sefer kesin gidiyorlar” diyerek sandığa koştu.

Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığıyla başlayan, Muharrem İnce ve Kemal Kılıçdaroğlu’yla devam eden bu süreçte CHP, siyaset üretememenin, konformizmin ve çaresizliğin girdabına kapıldı. Sonuçta Ekrem İmamoğlu gibi bir isme mahkûm oldu.

İmamoğlu, adı yolsuzluklara karışmış bir müteahhit; ama popülist söylemiyle, “değişim” vaadiyle muhalefetin umudu gibi pazarlandı. Bu durum, muhalefeti bir kez daha çıkmaz bir sokağın sonuna kadar yürümeye mecbur bıraktı.

Bugün CHP, içine düştüğü krizi aşmaya çalışıyor. Ancak bu krizi de sokak çağrıları ve boykot gibi radikal çıkışlarla aşmaya çalışarak aslında parti içindeki ideolojik krizin üstünü örtüyor.

Cumhuriyet Halk Partisi ne kendini yenileyebiliyor ne geçmişiyle yüzleşebiliyor ne Türkiye’yi doğru okuyabiliyor; ne de Türkiye’nin acil ihtiyaçlarını, değişen toplumsal yapıyı ve uluslararası sistemdeki güç kaymalarını doğru analiz edebiliyor. Ve bu yüzden her defasında sonuç aynı: Hayal kırıklığı ve hüsran.