Uluslararası sistemde yaşanan kırılma ve krizler, küresel ölçekte ciddi bir silahlanma yarışını tetikledi. Eski ABD Başkanı Donald Trump’ın açıklamalarının ardından Avrupa Birliği, savunma kapasitesini artırmak amacıyla 800 milyar avroluk bir silahlanma paketi açıkladı. Bu gelişmeyle birlikte Avrupa’daki savunma sanayii şirketlerinin hisseleri hızla yükseldi. AB üyesi ülkeler, yeni dönemde savunma sanayisini nasıl şekillendireceklerini, hangi ülkelerle ortaklık kuracaklarını ve bu devasa bütçeyi nasıl kullanacaklarını tartışıyor.

Bu süreçte Almanya’nın başını çektiği bir grup, Türkiye ve İngiltere gibi AB üyesi olmayan ülkelerin de Avrupa savunma projelerinden pay alması gerektiğini savunuyor. Buna karşılık, Fransa bu fikre karşı çıkarak, Avrupa savunma sanayisindeki en büyük payı kendisinin almasını istiyor. Ancak Almanya ve diğer bazı ülkeler, Avrupa’nın hızla silahlanmaya ihtiyacı olduğu ve Fransa’nın bu yükü tek başına taşıyamayacağı görüşünde. Yeni dönemde güvenlik, devletlerin bekası açısından birinci öncelik hâline gelmiş durumda. Nitekim eski bir Latin atasözünün de belirttiği gibi: “Si vis pacem, para bellum. – “Eğer barış istiyorsan, savaşa hazır ol.”

Bu yeni küresel güvenlik ortamında Türkiye’nin oldukça avantajlı bir konumda olduğu söylenebilir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2004 yılında Savunma Sanayii İcra Komitesi’nde aldığı kararlar, Türkiye’nin savunma sanayisinde tam bağımsızlığı hedefleyen yeni bir süreci başlattı. Erdoğan, 2004 yılındaki kritik toplantıda, dış alıma dayalı projeleri bir kenara bırakarak, savunma ürünlerinin Türkiye’de üretilmesini istediğini vurguladı.

Ancak 2014’e kadar süren bu dönüşüm süreci, özellikle FETÖ’nün sabotajları ve engellemeleri nedeniyle yavaş ilerledi. 2016 yılında devlet içindeki FETÖ yapılanmasının tamamen tasfiye edilmesinin ardından, Türk savunma sanayisi âdeta bir sıçrama yaşadı. Uluslararası silah harcamaları üzerine çalışmalar yapan SIPRI verilerine göre, Türkiye’nin 2020-2024 yılları arasında ağır silah ihracatı %100,3 oranında artarken ithalatı %33 azaldı. Bu veriler yalnızca ağır silahları kapsıyor.

Motor teknolojileri gibi stratejik alanlarda yapılan yatırımların ise önümüzdeki 10 yıl içinde meyvelerini vereceği öngörülüyor. Özellikle uçak, helikopter ve tank motorları alanında gerçekleştirilen Ar-Ge çalışmaları, Türkiye’yi savunma sanayisinde dışa bağımlılıktan tamamen kurtaracak.

Bugün, geçmişte 1 milyar dolar civarında seyreden savunma sanayii ihracatı, 7,5 milyar dolara ulaşmış durumda. Önümüzdeki 10 yıl içinde bu rakamın 20-30 milyar dolara çıkması ve Türkiye’nin dünyadaki en büyük beş savunma sanayii üreticisinden biri hâline gelmesi bekleniyor.

Türkiye’nin savunma sanayisindeki yükselişi, dünya genelinde silahlanma ve güvenlik politikaları bağlamında da dikkat çekici bir örnek teşkil ediyor. 2023 seçimleri öncesinde savunma sanayii projelerine yönelik yapılan eleştirileri hatırlayalım: “SİHA mı yiyeceğiz? Bize soğan, patates lazım!

Bugün dünya öyle bir döneme gidiyor ki yiyecek patates ve soğanı bulmak kolay olacak ama savaşmak için mühimmat ve silahı bulmak zor olacak. Silah bulsanız bile dışarıdan alacağınız silahlarda dışarının yedek parçasına, yazılım güncellemesine ve iznine muhtaç olacaksınız.

Küresel güvenlik ortamının hızla değiştiği günümüzde, savunma sanayisinin bir ülkenin bağımsızlığı açısından ne kadar kritik olduğu daha net anlaşılıyor.

Bugün Avrupa ülkeleri bile ABD’ye olan bağımlılıklarını sorguluyor. F-35 savaş uçaklarının yazılım güncellemeleri konusunda Avrupa’nın ABD’ye ne kadar güvenebileceği; hatta ABD’nin tek bir tuşa basarak bu uçakları devre dışı bırakabileceği tartışılıyor. Bu nedenle, Avrupa’nın alternatif arayışlara yönelmesi gerektiği konuşuluyor.

Türkiye’nin F-35 programından çıkarılması başlangıçta büyük bir kayıp olarak görülse de bugün KAAN savaş uçağı projesine yönelinmesinin uzun vadede Türkiye için daha faydalı olduğu anlaşılmış durumda.