Yan yana iki soru. İkisi de haklı, ikisi de sıcak, bugünün soruları. Birinden kaçıp diğerine sığınamayız. Birini yok sayıp diğeriyle yürüyemeyiz. İkisi de önümüzde hep duracak. İkisini birlikte cevaplandırmak zorundayız. İkisinin cevaplarını buluşturduğumuzda asıl cevaba ulaşacağız. Bugün bulduğumuz cevabın içinden yarın başka sorular çıkacak. Yarın o sorulara cevap arayacağız.

Sorunun ve sorunu çözmek için mücadele etmenin gerçeği bu.

Gerekçenin kapsama alanı

En çok, “silah bırakma ve kendini feshetme çağrısının kapsama alanı” tartışılıyor.

Kimileri, Türkiye’de zaten bitme aşamasında olan PKK’nın silah bırakacağını, sınırlarımız dışındaki PKK uzantılarının aynen devam edeceğini, bunun da süreci başarısızlığa sürükleyeceğini söylüyor. Bu iddiaya yakından bakalım.

“Silah bırakma ve kendini feshetme çağrısı” 27 Şubat mektubunun finali. Oysa o finalin öncesinde Öcalan, silahlı mücadele devrinin kapandığını, silah bırakmanın zorunlu olduğunu anlatıyor. Üstelik bu tespitler, dünyanın geldiği aşamanın gerçekleri.

Dolayısıyla; silah bırakmanın kapsama alanını tartışanlar, bu analizlerin kapsama alanını da tartışmalıdırlar. Silah bırakmanın gerekçelerinin çok geniş/en geniş olduğu görülmelidir.

Esed rejimi devam etmediğine, yeni yönetim demokratik, üniter bir Suriye kurma kararlılığında ve gücünde olduğuna göre; “Demokratik toplum ihtiyacı kaçınılmazdır.” tespiti Suriye’deki Kürtleri kapsamıyor olabilir mi?

“Anlam yoksunluğu” analizi, PKK’nın Avrupa kanadı için de neden geçerli olmasın?

“Devletle ve toplumla bütünleşme gereği”nden örgütün hangi parçası kaçınabilir?

Bütün soruları tek bir soruya da indirgeyebiliriz.

Mektubun tamamından çıkan “Silah, artık bir mücadele aracı olamaz.” hükmünün dışında kalmak nasıl mümkün olabilir?

Çağrının gerekçesi herkesi bağlayan bir gerçek ise çağrı da herkesi kapsıyor olmalıdır.

Kısacası; PKK için anlamsız hâle gelen silah, YPG, SDG gibi unsurlar için de anlamsızdır.

Aksi düşünülemez.

“Müşkül kısım geride kaldı”

Sırrı Süreyya Önder, böyle demişti. İki türlü anlayabiliriz: Hem nesiller boyu terörle yaşadığımız için geride kaldı hem de 1 Ekim’den bu yana süren kararlılık sebebiyle geride kaldı.

Çünkü acısını, sancısını çok çektik. Çok denedik, çok öğrendik. Yılmadık, yılamazdık.

Terörsüz Türkiye’ye giden süreç artık çok net.

Sonunda topluca buluşmak için bulunmaz bir fırsat yakaladık. Bu fırsatın kapsama alanı herkesi kapsıyor.

103 yaşındaki Fransız filozof Edgar Morin’in “Serbestiyet”te yayınlanan 7 Mart tarihli mesajından bir paragrafı okuyalım:

“Barış, insanların kendileriyle ve birbirleriyle özgürce konuşabilmesidir. Barış aynılaşmak değil, birbirine fırsat vermektir, yok etmeden ikna etmeye çalışmaktır.

Türkiye’deki barış ve demokratikleşme süreci, insanlık onurunun bir gereğidir.”

1 Ekim’den bu yana sürecin bayraktarlığını yapan Devlet Bahçeli’nin, 9 Mart tarihli açıklamasından bir bölüm okuyalım:

“Terörle demokrasi, silahla siyaset, kaosla huzur, bölünmeyle birlik ve beraberlik arasında güvenli bir liman, ara bir istasyon yoktur. Aziz milletimiz makûs ve menhus talihini yenmek için kutlu irade ve inancıyla devrededir.”

Bahçeli, uzun açıklamasında, bundan sonrası için gerekli olanları sıralıyor; tabii ki hepimizi kapsayan gereklilikler: dikkat, sorumluluk, özen ve uyanıklık.