Hayatın doğal seyrindeki belirsizlik, insanı hayata bağlayan belirsizliktir.

Zira insan, sonunu bildiği bir şey için çabalamazdı; hele de kötü ya da başarısız bir sonuç için hiç çabalamazdı.

Yarının ne getireceği bilinmediği için umutla yeis arasında fırsatlar kollanır ondan…

Yani geleceğe açık anlamlar verdiğinizde cazibesini de yitirebilir.

Bir mümin de hayata, Allah’ın yarattığı sonsuz ihtimaller üzerinden bakar ve onun hayatında asla umutsuzluğa yer yoktur.

İnsan eliyle oluşturulan savaş ve katliamlar ise büyük bir meçhul ile donatır hayatı.

Emil Michel Cioran da işte bu yüzden, Hristiyan dünyadan oldukça pesimist bakar hayata.

Belki de onu bu kadar pesimist yapan şey, kötü iman sahibi inançdaşlarıdır.

Onların kana buladığı dünya, bugün olduğu gibi umutları da süpürmüştür etraftan.

Öyle ya, dünyanın neresinde bir kan ve gözyaşı varsa orada hakiki katiller üreten, dindaşların kurduğu dinî ya da siyasi bir “ortodoksi” vardır.

Onun için Cioran inançları açısından; “Pyrrhon’un yanında -kuşkuculuk okulunun temsilcisi- kendimi Aziz Paulus’un yanındakinden daha güvende hissederim.” diyecek kadar ile gider.

Belirsizlikler çağı olarak tanımlanan bu çağda; “En belirgin olan şey belirsizliğin kendisidir.” diyor Marshall Berman da.

Yine o da Güney Amerika’daki ülkesinden bakınca sömürüden ve istismardan başka bir şey görmemiştir neticede.

Burnunun dibindeki ABD’nin bitmeyen salvoları, daha çocuk yaşta öldürür onların umutlarını.

Tutunacak bir zafer arayışından mahrum gözlerle tarihi, bir “ideal imalathanesi” olarak bile göremeyecek kadar acıdır tarihleri…

Ne yazık ki bazı yanlış şeylere imandır terörü üreten; tıpkı hakkı olmayanı hak görenlerin yaptıkları gibi.

Yaşadığımız coğrafyayı yanlış inançlarıyla, imanlarıyla bir terör belirsizliğine sürüklemek isteyenler de Berman’ın burnunun dibindekilerdir.

Onlar, yakın oldukları için ABD’nin zulmüne maruz kaldılar ama biz binlerce kilometre uzaktayken de kurtulamadık.

Bu coğrafyayı meçhule sürükleme çabaları asilleri ya da vekaletleriyle birlikte 150 yıldır hiç bitmedi.

Bu coğrafyanın yerlilerinde de yanlış şeylere iman edenler var; üstelik dinleri de -iddiaları öyle- bizimki gibi.

Onlar da büyük meçhulün değirmenine su taşıyorlar yıllardır.

Güya Kürt kardeşlerimizin yanında ve onların özgürlüğü için mücadele ediyorlarmış.

Bu yalanı ancak tarihine kör kafalar yutabilir.

Şerif Hüseyin’i kandıran şey, o kadar çok ahmak daha kandırdı ki bu topraklarda.

Ama hepsi de kendi kendilerine yetemeyecek acınası durumlarıyla sadece kendilerine efendiler tuttular.

Bugün PKK ya da YPG üzerinden aynı vekalet oyunları oynanıyor.

Evet, bu oyunda piyon da belli onu oynatan da.

Oyunu farklı bir denkleme ve zemine taşıyan şey ise kendisini bizzat bir “demokrasi” maskesiyle sunmasıdır.

O maske, terör uzantılarını parti görüntüsüyle Meclis’e taşırken başka bir partinin de yine aynı gerekçelerle onlara kol kanat germesine imkân tanıyor.

Parti dediğin de ana muhalefet partisi yani; yerel seçimlerden birinci sırada çıkan CHP.

Bir oy uğruna, koltuk hırsıyla ne peşrevler çekiyorlar DEM’in önünde.

Ülkenin geleceğini büyük bir meçhule açmak pahasına, hiçbir ihtiyat payı bırakmadan, terör üyeliği ile suçlanan bir belediye başkanına sonsuz kredi açabiliyorlar mesela.

PKK’ya ya da uzantılarına bir cümlesini dahi edemedikleri hakaret ve suçlamaları, hiçbir bedelinin olmayacağını düşünerek iktidara yöneltebiliyorlar.

Bu millet bağımsızlığını tehdit eden şeylerin ayırımını her zaman iyi yaptı ve meçhule giden yolları tıkadı.

Terörü ve vatanını bölmek isteyenleri asla görmezden gelmedi.

Öyle inanıyorum ki bugünkü destek de hangi kılıfla gelirse gelsin; çok iyi anlaşılıyor ve görülüyordur.

Dolayısıyla CHP’nin DEM’e sağladığı destek de çok net şekilde fark ediliyor.

Bu milletin yönü büyük meçhule değil, umuda doğrudur zira…