Uzun bir dönemden beri yaşanan sorunların, işlenen suçların sebepleri hakkında kafa yorup duruyoruz.
Bu noktada yapılan bazı yorumlar, iktidarın kendisini “muhafazakâr demokrat” olarak tanımlaması ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın da Millî Görüş çizgisinden gelmesi sebebiyle, ideolojik kıskaçlardan kendisini koruyamadığı için ciddi sapmalar yaşıyor.
Oysaki bugün 101. yılını kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “din” karakterli bir devlet olmadığını her birimiz biliyoruz.
Durum böyle iken seküler bir zeminde gelişen ve seküler hukuk kurallarıyla denetlenen bir devlet yapısının sevaplarını ya da zaaflarını İslam’a yüklemek hiç de adil değildir.
Zira her sistem artısıyla eksisiyle kendine aittir.
İyileri seküler olanla açıklayıp kötülerin vebalini, “Bu hangi Müslümanlıkta var?” diye sorgulamak, bir yönüyle çok yüksek formasyonlu bir aymazlığa da delalet ediyor.
Bugünden bakılınca teokratik karakterli bir devlet olarak görülen Osmanlı İmparatorluğu’nda bile fakihler, kendi başlarına hukuki meselelerdeki biricik otorite olma vasfını kaybettiğinde sistem farklı ve daha dünyevi sonuçlar da üretebilmiştir.
O sebeple Osmanlı’nın uyguladığı sistem bile -halifeye rağmen- yüzde 100 bir “İslam şeriatı” olmamıştır hatta Tanzimat ile çok daha derinleşen bir ayrılıkla gittikçe artan ve şahsına münhasır bir devlet yapısı geliştirmiştir.
Böyle bir zeminde dahi yaşananların hesabını İslam’dan sormak, “Şeriata dayalı Osmanlı’yı yıktık.” diyen marjinal aklıevvellerin dillerinden döktükleri gibi ziyadesiyle yanlış olacaktır.
Zira hiçbir sistem ya da din -beşerî de olsa- kurallarının bütüncül bir şekilde uygulanmadığı bir düzende, sonuçlara dair bir güvence vermez ve onları üstlenmez.
Eklektik ya da karma modellerde, birleşimin hiçbir parçası kendisine ait bütünün sonuçlarını üretemez.
Mesela, yarısı komünist yarısı kapitalist bir sistemde acaba sonuçları hangisi tamamen üstlenebilir ki?
Bırakın tamamını, bir kısmını bile üstlenmeyecekleri kanaatindeyim.
Kaldı ki Ahmet isimli bir şahıs bile Mehmet’in de kararlarıyla dâhil olduğu bir meselenin sonuçlarını tam yüklenmez.
Zira karma modellerin ürettiği sonuçlar, tamamen kendisine aittir ve hiçbir parça bağımsız çalışmadığı için de bağımsız netice vermemiştir.
Pakistan’da uygulamaya konan bir örnek, aslında her parçanın kendi ait olduğu bütünde bir anlam üretebildiğini de açıkça gösterdi.
Seküler bir sistemde -hiçbir revizyona tabi tutmadan- hırsızlıkla ilgili İslam’ın hükümleri aynen uygulanmak istendi.
Fakat sonuçları hiç de beklendiği gibi olmadı ve tam aksine hırsızlık vakalarında artış oldu.
Çünkü toplum, bir bütüncül anlayışla İslam’ın bütün sistemini uygulamadığı için ahlak anlayışı ve adalet duygusu da yüzde 100 ona göre oluşmamıştı.
Yani ne yazık ki Müslümanlar, “şahitlik müessesesini” layıkıyla işletmemişlerdi.
Bugün seküler sistemlerde yetişen Müslümanların -elbette iyileri tenzih ile- gördükleri kötülükleri ihbar ya da “aktif ahlak” ilkesi gereği uyarma vazifelerini tam olarak yerine getirdikleri söylenebilir mi?
Evet, bireysel olarak bir Müslüman herhangi bir sistemde de İslam’ın emirlerine azami seviyede uyabilir.
Lakin -Müslüman da olsa- toplumun tamamından aynı şey beklenemeyeceği için ihlal ve istismarlar çok daha yüksek seviyelere ulaşacaktır.
Her özgür toplum ya da birey, kendi tercihleriyle yaşar ve bu da kendi zaviyesinde bir anlayışı hak eder.
Fakat bu noktada yanlış olan şey, seçimin kötü sonuçlarını -hiç vebali olmayan- başka bir kişiye ya da sisteme yüklemektir.
Suç işleyen, ahlaki zaaf gösteren kişi Müslüman da olsa olayların geliştiği sistem sekülerdir zira.
Hiçbir sistem, kontrol sahasının dışına çıkmış ve başka bir sistemde -uhrevi olana iman edenin kendince hesabı hariç- yoldan çıkmış bir mensubunun vebaliyle sorgulanamaz.
Zira beşerî sistemlerde bile hiçbir devlet, başka bir ülkede suç işleyen vatandaşının bu suçundan sorumlu tutulmaz.
Çünkü suçun işlendiği yerdeki yasaların ya da ülkenin sevaplarından veya günahlarından kendisi sorumlu değildir...
Özetle şunu ifade etmek istiyorum; Müslüman, “Ben Müslüman’ım” dediği müddetçe yaşanılan sistem ne olursa olsun elbette sorumludur.
Fakat sürece müdahil olmayan ve olamayan İslam, seküler sahada işlenen hiçbir şeyden yüzde 100 sorumlu olamaz…
Çok basit bir soru: ABD’de suç işleyen bir İngiliz yüzünden İngiltere suçlanabilir mi?
Gelecek yüzyılı şekillendirecek derin bir mana ile kuşatılması temennisiyle Cumhuriyetimizin 101. yılını kutluyorum…