“İnsan iddiasından vurulurmuş” derler ya, işte İBB ve ABB açısından geldiğimiz nokta tam da bunun ispatı niteliğinde.

“İsrafı bitireceğiz” diyenlerin bugün dibine kadar israfa battıklarını görmek, gerçek bir hezeyanının yansıması.

İstanbul’un o güzelim dikey bahçelerini bile “israf” diyerek mahvetmediniz mi?

Oysa onlara harcanan para, konserlere harcadığınız beş milyara göre “çerez parası” bile değildi.

Reklama harcadığınız da bir o kadar; tabii görüneni.

Bugün İstanbul’un park ve bahçelerini, cadde yeşillendirmelerini en asgari düzeyde bile devam ettiremiyorsunuz.

Üsküdar’ın en mühim caddesinin orta refüj çalışması -çok kolay bir iş olduğu hâlde- aylardır bitmedi.

Dört yılda bitmeyen işleri seçim telaşıyla bitirirken ne denli estetikten uzak, üstünkörü işler üretildiğini, azıcık zevkiselim sahibi olanların gözleri çok net olarak görüyor; Üsküdar sahilinin çalışmalarında da olduğu gibi.  

Seçimlerden önce verdiğiniz hiçbir sözü hatırlamadığınız hâlde “Yatırımlara devam” diyerek İstanbul’un sokaklarını, billboardlarını, toplu taşıma ekranlarını reklamlara boğdunuz.

Yapmadığınız işin reklamını yaptınız.

“Bizim çılgın projelerimiz yok. Biz sosyal belediyecilik yapacağız” dediniz, onu bile milletin sırtına yüklediniz.

“Askıda fatura” uygulamasıyla, kurban bağışlarıyla işi kotarmanın yolunu buldunuz.

Sahi, siz yaklaşık 600 milyar olan İBB bütçesini neye ve nereye harcadınız?

Otobüsler, metrolar, metrobüsler habire yanıyorken; sokaklar, parklar estetiğini kaybederken, başlattığınız hiçbir proje yokken siz hangi şeye iman ettiniz ki bu yolda istikrarlı bir seyir izliyorsunuz?

“Algı ve reklam belediyeciliği” sizi o kadar ikna etmiş ki gerçek belediyeciliğin muhitine bile uğramıyorsunuz.

Polemikler arasında, “Siyaseti belediyeye sokmayacağız” deyip siyasetin en çirkin hâlini “yalan” üzerinden yürütmeye devam ediyorsunuz.

Ben yıllarca dershanelerde çalıştım.

Öğrencilere üniversite yolculuğunda rehberlik ettim, 14 yıldır da bir üniversitede çalışıyorum.

Bugün bile bir üniversiteden başka bir üniversiteye “yatay ya da dikey geçiş” yapmanın koşulları bellidir.

Düşük taban puanlı bir yerden yüksek taban puanlı bir bölüme geçişin nasıl mümkün oldu; dahası Kıbrıs’taki bir vakıf üniversitesinden İstanbul’daki ilk binin girebildiği bir bölüme geçiş nasıl gerçekleşebildi?

Siz o günkü koşullarda nasıl bir yatay geçiş yaptığınızı dahi ispat edemiyorsunuz ve suskunsunuz.

Bu durumun, olması gerektiği gibi olmadığı konusunda pek çok uzman hemfikir görünüyor.

Siz de susarak mevzuyu köpürtmeden, sizin adınıza sinyal dağıtıcılığı yapanların bulandırdığı atmosfere işi teslim ediyorsunuz.

Sayın Cumhurbaşkanının diplomasıyla ilgili bütün belgeler yayınlandığı hâlde; hatta CHP’nin yandaş kanalında, “Ben Erdoğan’la aynı sırada dört yıl oturdum” diyen sınıf arkadaşına rağmen manipülasyon yapan “araştırmacı gazeteciler(!)” de dilini yutmuş numarası yapıyorlar.

Bu konuda o günkü YÖK’ün ve yine o günkü İstanbul Üniversitesi yönetiminin nasıl bir karar verdiği konusu mutlaka aydınlatılmalıdır.  

İsraf dediniz, geldiniz ve bugün ortalıkta bir tane bisikletini bile bırakmadığınız İBB’nin bisikletlerini de iddia ettiğiniz araçları da ortaya koyamadınız.

Sahi siz bugün İBB’nin hizmetlerini kaç araçla yürütüyorsunuz?

Yaptığınız ihaleler ortada ve sizi ele veriyor, değil mi?

Hep “aç insan tiyatrosu” oynattınız, “saray” mukayesesi yaptınız; geldiğinizde sanki onları sarayda yaşatacakmış gibi algı ürettiniz.

Peki, kime bu hayatı bahşettiniz?

Onlar da sizin gibi koruma ordusuyla gezip yediklerinizden yiyor, kaldığınız yerlerde kalıyorlar mı?  

Ama “Çamur at izi kalsın” iyi iş yaptı değil mi; tabii size göre.

Öyle ya “İki tane seçim kazandırdı” diye düşünüyorsunuz.

Benden söylemesi; bu defa fena yakalandınız…

Ve konuştukça da batıyorsunuz…