Allah kabul etsin, umremizin son demlerindeyiz. Ancak içim buruk: Mekke ve Medine sahipsiz mi? Karmaşanın, edepsizliğin ve ilgisizliğin gölgesinde bu mukaddes topraklar, layık olduğu hürmet ve düzeni bekliyor.

Burası sadece tavaf edilen bir mekân değil, “imanı tekâmül ettiren bir eğitim merkezi” olmalıydı. İnsanlar buradan ilimle, ahlakla ve şuurla dönmeliydi. Fakat devlet, bu manevi merkezlere gereken düzeni sağlamıyor, halkı yalnız bırakıyor.

Devlet, dine hadim olmalıdır.” Çünkü Mekke ve Medine, sadece kutsal beldeler değil, ümmetin manevi kalbidir. Ve bu kalp, bugün sahipsiz bırakılmış gibi görünüyor.

Kâbe: İlahi sırların kalbi

Kâbe… Cenab-ı Hakk’ın binbir isminin tecelli ettiği ilahi merkez. Arşın, yeryüzündeki yansıması. Tüm mevcudatın tavaf ettiği, varlıkların dönüş sırrını anlatan bir hakikat. Her bir tavaf, yedi şavttan oluşur ve her şavt, mümini Allah’ın sıfatlarında manen terakki ettirir: İlim, irade, kudret, kelam, sem’, basar, hayat…

Tavaf eden bir mümin, bu sıfatlarda yükselirken o an, en yüksek veliden bile üstün bir maneviyata ulaşır. Çünkü Kâbe, yalnızca bir yapı değildir. Zamandan ve mekândan münezzeh olan, binbir tecellinin merkezi, tevhidin sarsılmaz kalesidir. Müslümanların günde beş defa yöneldiği, her secdede birleştiği o kutlu nokta…

Allah, Kâbe’nin etrafında şuurlu bir şekilde tavaf etmeyi, umre ve hac ibadetlerimizi ihlasla yerine getirmeyi bizlere nasip etsin. Çünkü tavaf, sadece bir ibadet değil, “ilahi sırlara açılan bir kapıdır.

Bedir: İmanın ve ilahi yardımın zaferi

Bedir Savaşı… İslam tarihinin şanlı destanlarından biri. 313 müminin, bin kişilik müşrik ordusuna karşı durduğu, tarihin akışını değiştiren bir meydan muharebesi. Bedir’de Müslümanlar sadece sayıca değil, donanım olarak da dezavantajlıydı. Ancak imanları, bu dengesizliği ilahi yardımla dengeledi.

Cenab-ı Hak, müminlere 5 bin melekle yardım gönderdi. Oysa bir tek melek bile müşrikleri yok etmeye yeterdi. Peki, neden 5 bin? Çünkü bu, kâfirin küfrüne karşı Cenab-ı Hakk’ın ilahi intikamının bir işaretiydi. Bedir, bir askeri zaferden çok, bir tevhid mücadelesiydi. Kur’an-ı Kerim’de bu hakikat şöyle ifade edilir:

Nice az topluluk, Allah’ın izniyle nice kalabalık topluluklara galip gelir.” (Bakara, 2:249)

Bu savaşta Müslümanlar 14 şehit verirken müşriklerden 70 kişi öldürüldü ve 70 kişi esir alındı. Ebu Cehil’in ölümü, sadece müşriklerin liderini kaybetmesi değil, küfrün sembolü olan bir zihniyetin çöküşüydü.

Bedir, bize bir gerçeği haykırıyor: Zafer sayıda değil, Allah’a olan teslimiyette saklıdır. Bugün de bu hakikati hatırlayıp imanımıza sarılmak zorundayız. Çünkü tarihin her döneminde olduğu gibi, Allah’ın yardımı ancak ona hakkıyla inananlara gelecektir.

Peygamber’in sözünü dinlemek: Uhud’dan günümüze bir ders

Uhud Savaşı… Müslümanların Bedir’deki zaferden sonra aldıkları acı bir ders. Bedir’de Allah, müminlere 5 bin melek göndererek zafer nasip etmişti. Peki, neden Uhud’da bu yardım gelmedi? Cevap açık: Peygamberimizin emrine itaatsizlik.

Peygamberimiz (s.a.v.), okçulara Uhud Tepesi’ni terk etmemeleri için net bir emir vermişti. Ancak zafer erken kutlanınca o tepe boş kaldı. Sonuç mu? Müşrikler, Halid bin Velid komutasında arkadan saldırdı ve zafer, mağlubiyete dönüştü. Uhud, sadece bir savaş değil; Peygamberimizin (s.a.v.) sözünün dinlenilmediği yerde, maddi ve manevi kayıpların kaçınılmaz olduğunu gösteren bir imtihandı.

Bugün de durum farklı değil. Yeryüzünün yarısı Müslümanlara ait. İki milyar nüfusumuz var. Petrol bizde, verimli topraklar bizde, Boğazlar bizde. Ama neden mağlubuz? Çünkü Peygamber’in sünnetinden uzaklaştık, onun sözünü dinlemez olduk.

Peygamber (s.a.v.), sadece bin 400 yıl öncesinin değil, bugünün de rehberidir. O, iki dünyanın saadetinin şifrelerini bize bırakmıştır. Ancak biz bu şifreleri okumak yerine, dünyaya boyun eğiyoruz. Unutmayalım; Allah’ın yardımı, Peygamber’inin izinden gidenlere gelir.

Uhud’u unutan, dünyada da ahirette de hüsrana mahkûmdur. Çünkü Peygamberin sözü yerde kalırsa zafer, hayalden öteye geçemez.

Selam ve dua ile

Fiemanillah