Ramazan-ı Şerif…
Sadece aç kalmak değil.
Sadece sahura kalkıp orucu tamamlamak değil.
Sadece iftar sofrasına oturmak hiç değil.
Ramazan, açlıkla tevhide ulaşmaktır.
Açlıkla şükre varmak, açlıkla empati yapmak, açlıkla nefsi terbiye etmektir.
Açlıkla Kur’an’ı hakkıyla dinlemek ve melekleşmektir.
Ramazan Risalesi’ni okumaya devam ediyoruz ve gördük ki açlık sadece bedene değil, ruha da dokunan bir ibadet.
Öyle ki altıncı nüktede, aç kalmanın ne büyük bir sır olduğunu anladık.
Çünkü bu açlık, insanı “La Zamani, La Mekani, La Keyfi” olan Kelamullah’a aynadarlık yapabilecek hâle getiriyor.
Bir düşünelim…
Güneş doğup batmıyor.
O, sabit duruyor ama dünya döndüğü için biz onu batıyor ve doğuyor sanıyoruz.
Aynen öyle de…
Allah zamandan münezzeh olduğu gibi, kelamı da zaman ve mekândan münezzeh.
Biz Kur’an’ı 1400 yıl önce nazil olmuş gibi görüyoruz.
Oysa Kur’an, her Ramazan’da, her an nazil oluyor.
Kur’an, Melaike ordusu ile iniyor.
Cibril-i Emin’in mihmandarlığında geliyor.
Ve Peygamber Efendimiz’in (asm) Risalet hakikatine ulaştırılıyor.
Ramazan ayında bütün hafızlar Kur’an’ı tilavet ettiğinde…
Kur’an’ın o an nazil olduğunu idrak ettiğinde…
İnsan, zamanın fevkine çıkıyor.
Ya Allah’tan dinler gibi dinliyor,
Ya Cibril-i Emin’den dinler gibi dinliyor,
Ya da Risalet-i Muhammediye’den dinler gibi dinliyor.
Ve bu dinlemeye mukabil açlıkla, melek hayatına benzer bir hayata giriyor.
Ramazan-ı Şerif, aç kalanların değil, açlığı idrak edenlerin bayramıdır.
Çünkü oruç, sadece midenin değil, kalbin ve ruhun da açlığa alışmasıdır.
Soruyorum:
Ramazan, sadece yemek yememek midir; yoksa nüzul eden Kur’an’ı anlamaya hazırlanmak mı?
Sizce aç kalan mı Ramazan’ı yaşıyor; yoksa açlığı idrak eden mi?
Selam ve dua ile...
Fiemanillah.