Daron Acemoğlu, “Türkiye’de olsaydım Nobel ödülünü alamazdım.” demiş.

Gerekçesi de şu; “Alamazdım çünkü Türk üniversiteleri özgür değil. Bir bilim insanına ne yapması gerektiğini söylerseniz o bilim insanı Nobel falan alamaz.”

Çalışmalarını yakından takip ettiğim bir ekonomistin, kitaplarının dışına çıktığında, siyasal angajmanlarıyla konuştuğunda nasıl şaşırttığını bir defa daha görmüş oldum.

Benzer şaşkınlığı, CHP’nin ekonomi danışmanlığı kadrosundayken yaptığı konuşmasında da yaşamıştım.

İlk önce şunu ifade edeyim; iktidar, hangi akademisyene “Öyle değil de böyle yap.” demiş ise bunu çok açık örneklerle göstermesi gerekir.

Üstelik, “Bilimi devletin, siyasetin ve yargının müdahalesinden olduğu kadar mahalle baskısından da kurtarıp daha özgür bir zemine kavuşturmak zorundayız.” diyen bir cumhurbaşkanının yönettiği iktidarın, bilimin önünü nasıl tıkadığını da açık açık söylemesi gerekir.

Hatta onun teşvik ve sıkı takipleriyle savunma sanayisinde alınan mesafeyi de inkâr etmesi lazım.

Eğer kastı, CHP tarafından da sürekli manipüle edilen terör iltisaklı, bölücü zihniyetliler değilse tabii; son örneğini Esenyurt Belediye Başkanı’nda gördüğümüz gibi.

Bir an söylediklerinde haklı olduğunu varsayalım.

“Nasıl ve kiminle düzelteceksiniz?” sorusunun cevabı da çok ironik.

“CHP ve Kılıçdaroğlu’yla.”

Hani tarihi önce tek parti diktatoryasıyla başlayan sonra darbecilerin yanında durmakla devam eden, sonra da PKK’nin siyasi uzantılarıyla iş tutma noktasına gelen şu CHP var ya, işte onunla.  

Tam da bu noktada bütün düşünceler kendi ifadesiyle “dar koridor”a girmiyor mu?

Peki Sayın Acemoğlu, “Türkiye’de özgür bilim yok.” diyelim sizin gibi.

Harvard Üniversitesi Rektörü’nü -sırf bir soykırıma karşı olduğu için- istifaya zorlayan Türkiye miydi?

Madem değildi, o zaman bir soru sorayım; eğer Gazze’deki soykırım sizin için de bir insanlık suçuysa bununla ilgili tek bir kelime edip yine de bu ödülü alabilir miydiniz?

Antisemitizm yasasını aşarak uygulanan o faşizmi aşabilir ve bu ödülü alabilir miydiniz?

Bırakın ödülü, Amerikan üniversitelerinde bir görev bulabilir miydiniz?

“Bu, benim işim değil” derseniz o zaman da kitaplarınızda yazdığınız ve dünyanın önemli meseleleriyle ilgili söyledikleriniz muvazaalı hâle gelir.

O zaman siz de ABD’nin işine geleni görüp işine gelmeyeni görmediğiniz bir duruma ve zayıflığa düşmüş olursunuz.

Bu konuda ABD’nin politikasının tarafında durmak, sırf güçlü diye ve rahatınız için bir zalimin tarafında durmak değil mi?

Gazze turnusolünde hâlâ ABD’yi demokrasinin, objektif bilimin merkezi olarak görmek ve oradan bakarak Türkiye’yi küçümsemek de ayrı bir kompleks değil mi?

Türkiye ağzıyla kuş tutsa sanki Batı’nın gözünde yücelecekmiş gibi bir hakikati de göremeyen bir bakışınız var ortada.

Zaten Türkiye için güzel şeyler söyleseydiniz, o zaman da böyle bir sonuç çıkmazdı.

Bunu siz de biz de çok iyi biliyoruz artık değil mi?

Bu durumda insanın şöyle bir tesellisi oluyor; iyi ki dışarıda memnun etmek istediğimiz bir ağamız, paşamız yok…

Böyle gelen Nobelleri de onların olsun…

Zira o ödülün hangi vicdanı rahatlatmak için üretildiğini de bilirken…  

Biz bu ülkeye sadece ABD’den gören, CHP gözlüğünün malul ettiği gözlerle değil; merkezine Türkiye’yi alan, Mevlâna’nın “pergel metaforu” ile bakıyoruz…

Milletin gönlü en büyük ödüldür…

Acemoğlu’nun reddettiği, kırdığı ödül de budur…