Davası için savaşarak şehit olan Yahya Sinvar, iki milyarlık Müslüman âlemine çok muhteşem bir ders verdi.
Tıpkı İslam tarihinin komutanları, liderleri gibi dava arkadaşlarının içinde yaşadı, katil İsrail’in hapishanelerinde en ağır bedelleri ödedi ama asla korkmadı.
Onun en büyük korkusu, şehadet dışındaki ölümdü.
En önlerde ve savaşarak en büyük hayaline, şehadete erişti.
Hiç şüphesiz, zalimine karşı o kazandı
Ama kaybedenler de sadece zalim siyonistler değildi.
Birlik olamayan, arkaik ırk ve mezhep taassuplarıyla birbirini kemiren, celladına aşık gafil ve sefil Müslümanlar da kaybetti.
“Allah Yahudileri lanetledi.” diyerek helakini de O’ndan bekleyen ve bütün sorumluluğundan kurtulduğunu zanneden Müslümanların hâli gerçekten de acınasıdır.
Prof. Dr. Mehmet Görmez -mealen yazıyorum- “Müslümanlar kendilerini ayakta tutacak iki şeyi kaybetti; cihad ve ictihad.” derken İslam’ın barış anlayışını yanlış yorumlayan kafalara da gönderme yapıyor.
Çünkü “İslam barış dinidir.” demek, zalime barışı kapsamaz asla.
“Ve Allah hiçbir kavmi sonsuza kadar lanetlemez.” ilkesiyle düşünmeyi de kaybetti gafil Müslümanlar.
Zalim, zalimdir ve bütün zalimler sürekli aynı inancın mensubu da olmadılar hiçbir zaman.
Hatta Müslüman olduğunu iddia eden nice zalimler geldi geçti bu dünyadan, hâlâ onların kırıntılarıyla da boğuşuyor Müslümanlar.
Cioran, “Çürümenin Kitabı”ında, “Bütün cinayetlerin sorumluluğu tapma gücündedir: Bir tanrıyı yakışıksızca seven kişi, başkalarını da onu sevmeye zorlar ve buna razı olmayanları yok etmeye hazırdır.” derken bütün dinlerin istismarcılarını kastediyordu.
Bugün tanrılarını yakışıksızca seven, Evanjelik-siyonist ittifakında iki zalim ve katil anlayışla imtihandayız.
Allah’ın ayetlerini kendi çıkarları için yorumlayan nice zalim de çıktı içimizden.
Diyojen, gündüz vakti elinde bir lamba ile Atina sokaklarında dolaşırken “Ne yapıyorsun?” diye soranlara “Adam arıyorum.” diye cevap veriyordu.
Ona göre, erdemli olmanın tek yolu iradeye hâkim olmaktan geçerdi çünkü.
Son 150 yıldır iradesine hâkim olamayan nice köle çıktı içimizden Şerif Hüseyin gibi.
Bu açıdan bakıldığında tarih âdeta bir “kurtarıcılar cehennemi”dir.
Zira bütün zalimlerin iddiası “kurtarmak” üzerineydi.
Ve üstelik, “bütün faziletlerinden daha soylu gördükleri zaafları” ile isterler bunu.
Onun için de “kurtarırken” ölüdür zalimler…
“En büyük zalim, kafası kesilmemiş mazlumdan çıkar.” diye düşünen de yine zalim-i ekber bir başka zalimdir.
Çürüyor insanlık!
Gazze’de, Lübnan’da, Arakan’da, Suriye’de ve mazlum tüm coğrafyalarda.
“Çürümenin kitabı” yeniden yazılıyor âdeta.
Meğer “bebek katilleri” Gazze’de bebekleri öldürürken bizim ülkemizde de hastanelerdeki bebekleri bambaşka bebek katilleri para için öldürüyormuş.
Aynı zamanda bir tarihçi olarak yine en büyük tesellimi umutlu kalmak için tarihte arayacağım.
Zira zalimlerin kendi cellatlarını da kendi elleriyle yetiştirdiğini yine tarih gösteriyor bana.
Hiç şüphem yok Yaradan’ımdan.
O, zamanını bekleyen kahramanı mutlaka hazırlıyor zalimler için.
Tıpkı sarayında elleriyle Hz. Musa’yı büyüten firavun gibi Netanyahu da bilmediği celladını elan hazırlıyor kendi sonu için.
“En büyük kahramanları, en büyük acılar büyütür.” ifadesi de bir ilke gibidir tarihte.
Zira en büyük adalet, ilahi adalettir ve en keskin kılıç da ona aittir.
İşte zalim, her şeyden çok o adaletin gazabını büyütür; cehennemini harlar.
Ve nereden bakarsanız bakın, aslında her zalim kendi celladını büyütür.
İşte en büyük tesellim de inanın budur: “Zalimler için yaşasın cehennem!”
Zira o, zalimler için ne azametli bir cellattır…