Geçtiğimiz çarşamba günü ülkemizin göz bebeği TUSAŞ’a yapılan terör saldırısının ve geçmişte yaşananların gösterdiği yol üzerinden Sayın Bahçeli’nin konuşmasını değerlendirmek, çok daha mantıklı bir sonuca ulaştıracaktır kuşkusuz.

O zaman tıpkı Panofky’nın dediği gibi; perspektif, tarihsel perspektife oturacak ve açıklamalar, kendisini bir zaman şeridinin de içinde bulacaktır.

Tek bir konuşmayla ya da tek bir fotoğrafla konuları yorumlamak, etrafında çok sayıda koyu ya da karanlık alan bırakacaktır.

Ben de Sayın Bahçeli’nin konuşmasını biraz arka planla birlikte okuyarak konuyu çözüm sürecine kadar götürmek istiyorum.

“Bugün uzatılan elin DEM tarafından nasıl tutulacağı meselesi bize, Oslo’daki gibi FETÖ sabotajlarının olmadığı bir zeminde ne söyleyebilir?” cümlesi oldukça anlamlıdır.

Çözüm sürecindeki gibi bugün uzatılan el de havada kalırsa aslında biz, PKK’nın ve bugün onun siyasi uzantısı görünümünde olan DEM’in bir çözüm niyetinde olmadığını da görmüş olacağız.

Sürekli “diyalog” çağrısı yaparak iktidarı ya da devleti suçlayanların aslında hiç de böyle bir dertlerinin olmadığı bir defa daha görülmüş olacak.

Çünkü çıkar ağlarını terör üzerine kurmuş, varlığını ve kazancını bunun üzerinden yapan örgütün, bir “hiç” olmayı kabul etmesi, çok imkân dâhilinde gibi görünmüyor.

Çözüm sürecinde çok açık bir şekilde görülen bu imkânsızlık, Sayın Bahçeli’nin açıklamalarına verilecek cevapla da ifşa olabilir.

Onun için de acele etmeden süreci takip etmekte fayda vardır diye düşünüyorum.

Açıklamaların üzerinden anlamlı bir zaman geçmeden süreci sabote etmeye çalışan TUSAŞ saldırısı da aslında, PKK’nın kendisini lağvederek çözüme yeşil ışık yakma ihtimalinin olmadığını açıkça gösterdi.

Şimdi bu noktada en büyük sınav, DEM’in sınavıdır.

PKK elebaşlarının tehdit dolu açıklamalarına ve sabote girişimlerine yenilip yenilmeyecekleri meselesi, imtihanlarının en zor kısmına tekabül ediyor.

Bağımsız bir iradeleri var mı, yok mu; onu da bir defa daha görmüş olacağız.

Yani aslında “DEM bizi şaşırtabilir mi?” kısmına odaklanmak gerekiyor.

Bugüne kadar bu hiç olmadı.

“Sırtımızı PKK’ya ve YPG’ye yaslıyoruz.” acziyetinden hiç kurtulamadılar.

Devlet bir kez daha üniter yapısını zedelemeden, aynı bayrak altında kardeşçe bir yaşam için Kürt kardeşlerimize elini uzatıyor.

“Kürtlere bir devlet vadediyorum” açıklamasının çok eksik bıraktığı bir hakikati de vurgulamak istiyorum; onların bir devleti vardır ve o da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir.

Huzurun bu zeminde olacağını çok iyi anlatmak gerekiyor.

Yıllardır PKK’nın yaptığı illüzyonu bozmak ve tarihsel gerçeği göstermek zorundayız.

Dünyanın en güçlü ordusu, bugün olduğu gibi yarın da onları koruyacak en iyi ordudur.

Bölgemizde bazı hayallere kapılıp, vaatlere kanarak kendisini kargaşanın ve şiddetin ortasında bulan kapasitesiz grup ya da yapıların durumunu hatırlatmak en iyi yoldur.

Duygularla değil, akılla hareket hayat kurtarıcıdır bu coğrafyada…

Tarih boyunca tansiyonu hep yüksek olan bu topraklarda sakin kalmak, büyük bir stratejik üstünlük de sağlayacaktır.

Aziz şehitlerimizi saygı, minnet ve rahmetle yâd ediyorum.

Milletimizin başı sağ olsun…