“İnsanoğlu nisyanla ma’lûl” derler. Yani ki insanoğlu unutmak denen illete müptela… Belki de unutmadığı, kaybetmediği tek şey o; unutmak… Gün geliyor “hiç unutmam” dediklerine bigâne kalıyor insan, her ne varsa bildiği yahut bilmek mecburiyetinde olduğu, unutuyor. Buna zaman da dâhil, buna ölüm de dâhil, buna ömür de dâhil. Bunlar bahs-i diğer, maksat; edep… Ve maalesef ki bu unutulanlara edep de dâhil. İnsan işte bu, bildiğini unutur, bilmediğine zaten cahil.
Her birimizin suçu, günahı ve hatası var. Ve her birimiz masumiyet iddiasına sahip olacak halden çok uzağız. Zaten insan olmanın bir tarafı da bu. Lakin asıl mesele hatasını, kusurunu, günahını bilmek ve en azından bildiğinin farkında olup da sükût etmek. Yoksa bunca günahın bunca hatanın içinde halen dahi “hatasızım” demenin bir manası yok. Hem bir de insanların gözlerinin içine baka baka ve bunca olanın karşısında kuyruğu dik tutmak ya da buna gayret etmek çok anlamlı da ahlaklı da değil.
…
Hikâye bu ya ve gerçekliği sorgulanmaz da anlatılır ya; bir gün hayvanlar diyarında bütün hayvanlar fareden şikâyetle kralları aslanın yanına geliyorlar. Kimi diyor ki “Bıktık bu fareden pisliğini her yana bulaştırıyor” kimi diyor ki “Olur olmaz yerde olmayacak işler yapıyor.” Hep bir ağızdan “Bıktık artık” diyorlar. Arslan diyor ki “Pekâlâ buna bir çözüm bulalım. Var mı aranızda bu işi halledebilecek biri?” arka tarafta turan kedi “Ben hallederim bana bırakın bu işi” diyor ve başlıyor ormanda fareyi aramaya. Ötede bir lağımın kenarında duran fareyi görüyor ve hızlıca atılıyor. Fare bunu sezince başlıyor kaçmaya. Fare önde kedi arkada bütün ormanı geçiyorlar. Fare ileride bir inek görüp yanına yaklaşıyor. “Ne olur” diyor. “Yardım et bana da şu kediden kurtulayım.” “Olmaz” diyor inek. “Sen onca işi yaptın, ben şimdi sana yardım etmem.” Yalvarıyor, yakarıyor fare. En sonunda dayanamıyor yine inek. “Tamam” diyor geç ardıma. Fare arkasına geçince tam da farenin üzerine pisliyor. Az sonra nefes nefese geliyor kedi. Bir de bakıyor ki bir inek ve arkasında pisliğin içinden dışarı doğru çıkmış ama hala dik duran bir kuyruk. Fareyi olduğu yerden alıp paramparça ediyor.
Ve hikâyenin sonunda bize manasını da veriyor yazarı. Diyor ki; bu hikâyeden üç sır çıkarılır; birincisi, üzerine her pisleyeni düşmanın sanma. İki; seni her pislikten çıkaranı dostun sanma, üç; bunca pislik içindeyken hâlâ kuyruğu dik tutmanın anlamı ne?
…
Hikâye benim hikâyem değil. Mevlâna Celaleddin-i Rumi Mesnevi’sinde yazmış. Ama soru güzel ve bugün dahi sormak lazım bazılarına;
Bunca pisliğin içinde kuyruğu dik tutmanın anlamı ne?