Ne garip bir zaman bu yaşadığımız ve bu dünya ne tuhaf bir yer. “Bunu bu hâle kim getirdi ve kim düşürdü bizi bu çukurun içine?” diye sormayacağım bile. Zira masum olan kimse yok ve bir suç varsa ortada; hepimiz bu suçun suçlusuyuz.

Şikâyet ettiklerimizin faili biziz yani. Sadece şu son bir senenin içinde yaşadıklarımızı oturup da bir kâğıda yazsak… Yazmak zorunda değiliz ama öyle çok ve öyle kötü şeyler oldu ki hepsini bir çırpıda hatırlamamız çok da mümkün değil. Bir kâğıt alıp da yazsak işte, vallahi biz bile hayret ederiz. Hatta şöyle cümleler kuracağımıza da eminim; “A bu da olmuştu, doğru ya bunu da yaşamıştık.” Hani her seferinde “Daha ne olacak ki?” dedikçe dahası ve daha kötüsü de oldu ya işte onun için biz en başta, bize ağır gelen ama sonra daha ağırlarını gördükçe ve yaşadıkça unuttuklarımızı hatırlayacağız bu cümlelerle.

Oysa bu senenin başında da herkes şöyle cümleler kurmamış mıydı; “Yeni yılın herkese sağlık, mutluluk ve huzur getirmesini diliyorum. Dünyaya barış gelmesini umuyorum. Herkese mutlu yıllar.”

Böyle değil miydi o cümleler? Bunun gibi şeyler söylüyorlardı değil mi?

Onlara sormak lazım şimdi; e nasıl gidiyor? Mutlu mu yıllar?

Demek ki dilemekle ya da ummakla bu iş olmuyor. Yani siz ne kadar dilerseniz dileyin, umarsanız umun sonunda sadece sahte ve yapay cümleleriniz bir halta yaramıyor. Kaldı ki bizler ummayız; dua ederiz. Onun yerine dua etseydiniz ya. Neyse o da bir bahs-i diğer. Konuşuruz sonra.

Umduklarının bir işe yaramadığını gördük ve görüyoruz her seferinde. Adamlar daha iyisini umuyoruz dedikçe daha kötüye gidiyor her şey. Hepimizi bir girdabın içinde onlardan olmayan -zaten kabul etmedikleri- ama ‘biz de sizdeniz’ ezikliğinin peşinde ’on, dokuz, sekiz, yedi…’ diye geri sayan ahmaklar hâline getirdiler. Kabul; kendi olan ev, kendi kalanlar olarak bizlerin de sayısı az değil. Ama gerçeği görelim ki bu ülke o ahmakların ülkesi hâline gelmiş gibi.

Ummakla olmadığını bütün bir yılın içinde görmedik mi? Gazze’de olanlar, Suriye’de olanlar, Doğu Türkistan’da olan ama haberimizin bile olmadığı olaylar. Peki ya kendi memleketimizde yaşananlar? Paramparça edilip surlardan aşağı atılanlar, katledilen küçücük çocuklar, öldürülen insanlar… Daha neler neler…

Bunlar ‘mutlu yıllar’ dedikçe bizler bir uykuya hem de çok derin bir uykuya dalıyoruz sanki ve dünya daha da mutsuz oluyor.

Ama olsun, biz yine geri saymaya devam edelim. On, dokuz, sekiz, yedi, altı…

Unutmayın, belki de sıfır dediğinizde bir bomba düşecek sizin ya da sizin gibilerin üzerine.