Dünyanın her dönemi ve her zamanı karışıktı galiba. Yani bunu elbette kesin bir kanıtla bilemem ama okuduklarımız, dinlediklerimiz ve öğrendiklerimiz bize şunu gösteriyor ki insanın içinde olduğundan beri, dünya yaşanılacak bir yer olmaktan yavaş yavaş uzaklaşmaya başladı. Doğal olarak da her döneminde ve her yaşayan, dünyanın hâlinden şikâyetçiydi.

Eskiler, “Her zamane zamanından şikâyetçi” diyorlar. Doğru tabii ki. Bin sene önce yaşayan adamların yazdığı kitaplara bakarsanız onların da yaşadıkları dönemdeki insani ve ahlaki pek çok konudan şikâyet ettiklerini görürsünüz. Hatta -tam olarak metni alıntılamayacak olsam da- sanırım Kutadgu Bilig’de, Yusuf Has Hacip döneminde yaşayan insanların ahlaklarının bozulduğundan, insanların birbirlerine hiç saygısı kalmadığından, yardımlaşmanın ne kadar eksik kaldığından, insanların birbirlerinin haklarını hiç gözetmediklerinden, fahiş fiyatlarla mallarını satan tüccarlardan falan şikâyet ediliyor. Tanıdık şikâyetler değil mi? Bu arada, bu bahsettiğimiz 11. yüzyıl. Yani neredeyse aradan sekiz-dokuz asır geçmiş ama yine aynı meseleler üzerine ve düzelsin diye konuşuyoruz.

Yani insanın dünyadan şikâyeti yeni bir hikâye değil; ama garip olan şu, dertlendiklerimizin hepsinin müsebbibi biziz; yani insanın kendisi. Hem kendi elimizle yapıyor sonra da dönüp şikâyet ediyoruz.

Ezcümle herkesin kendi döneminde, kendi dünyasından şikâyet etmesi doğal bir durum. Ama bizimki artık bambaşka. Çünkü bence tüm bu bozulmanın, tüm bu yanlışların, kötülüklerin hepsinin zirve yaptığı bir dönemdeyiz biz. Yani ahir zaman dedikleri bence tam olarak bu. Kaybedilen ya da insanın artık kendi eliyle kaybettirdiği sadece ahlaki ve insani değerler falan değil bu çağda. İnsanlık, insanın kendisini tüketti; yok etti ve mahvetti. Şimdi böyle olunca da geriye cehennem gibi bir dünya kaldı. Katillerin önünde eğilen, çocukları katledenleri ayakta alkışlayan; ahlaksızlığı, sapıklığı kutsayan, parayla her şeyi satan ve her şeyi satın alan; ikiyüzlülüğün, ihanetin, her türlü melanetin kıymet bulduğu bir dünya bu dünya.

Bu da bizim kaderimiz anladığım kadarıyla. Ve çok üzgünüm ki bu pislik çukurundan kirlenmeden çıkmamız da neredeyse mümkün değil. Ama yine de bir umudum var. İşte o umudun adına Gazze diyorum ben. Doğru, bu kadar acıyı onlar çekiyor; doğru, bu kadar zulme onlar katlanıyor; bu kadar ölümü onlar yaşıyor ve bu kadar kötü bir dünyanın tüm yükünü onlar çekiyor, doğru! Ve biz bunca güçsüz, bunca sessiz kalıp da kendimize bir pay çıkarıyoruz. Ne acı bir durum değil mi?

“Ölüm var” diye haykıran bir sesi duymak zorunda artık bu dünya. Herkes için ölüm var. Bu dünyayı mazlumlar için, masumlar için ve elinden bir şey gelmese de bu acıyı içinde hisseden mahzunlar için bir kurtuluş; dünyayı bir işkence yatağına ve pislik çukuruna çevirenlere de bir ceza olarak; ölüm var.