Hamas’ın siyasi büro şefi olan İsmail Heniyye, 30 Temmuz’u 31 Temmuz’a bağlayan gece 02.00 sularında, yeni seçilen İran Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ın yemin törenine katılmak için bulunduğu Tahran’da, hem de Devrim Muhafızları komutanları için kullanılan ve üst seviyede korunduğu ileri sürülen misafirhanede uğradığı alçak bir suikast ile şehit edildi.

Daha önce de liderlerini şehit vermiş Hamas hareketi için Heniyye’nin şehadeti de sürpriz olmadı elbette. Ancak suikastın zamanlaması, yeri ve gerçekleştirilme şekline dair tartışmalar ile sonuçları nedeniyle üzerinde detaylıca düşünülmesi icap etmektedir.

Aslında Heniyye’nin de diğer Hamas liderleri gibi İsrail’in hedef listesinde olduğu bilinmekteydi. Hatta geçtiğimiz aralık ayında İsrail iç istihbarat birimi Şin Bet’in direktörü, Netanyahu’nun kendilerine 7 Ekim saldırısının sorumlusu olduğu ileri sürülen Hamas’ın tüm siyasi ve askerî liderlerini bulmalarını ve öldürmeleri emrini verdiğini ve aralarında Katar, Lübnan ve Türkiye’nin de bulunduğu ülkelerde muhtemel suikastlar yapabileceklerini açıklamıştı.

Bu açıklamaya Türkiye çok sert tepki göstermiş ve Dışişleri Bakanlığı ve Millî İstihbarat Teşkilatı tarafından yapılan açıklamalarda, İsrail’in Türkiye topraklarında bir suikast düzenlemesinin bedelinin çok ağır olacağı ifade edilmişti.

Zaten bu açıklamaların hemen ardından da Mossad’ın Türkiye’deki hücrelerine yönelik operasyon başlatılmış ve 44 kişilik bir ağ çökertilmişti. Hatta deşifre edilen Mossad elemanlarının arasında birkaç Filistinlinin de olduğu tespit edilmiş ve o vakit bazı medya organları, “Bunlar mı Mossad ajanı?” diye operasyonu önemsizleştirmeye çalışmıştı.

Sonuçta Heniyye veya diğer hiçbir Hamas yöneticisine Türkiye’de olduğu müddetçe dokunulamamış ve suikast için İran’ın başkenti Tahran’a gitmesi beklenmiştir. 

Ancak asıl soru, Hamas liderlerine yönelik ölüm emrinin aralık ayında verilmesine rağmen, neden Heniyye’nin şimdi öldürüldüğüdür? Zira Heniyye aradaki sürenin tamamını Türkiye’de geçirmemiş ve hatta İsrail ile sözde devam eden ateşkes görüşmeleri nedeniyle birkaç ülke arasında gidip gelmiştir.

Öyleyse Heniyye’nin bu tarihte öldürülmesinin ardında sadece İsrail’in ölüm listesinde olmasından başka bir çapanoğlu aramakta haksız sayılmayız.

Bu konuda benim aklıma gelen en yakın ihtimal ise temmuz ayında Çin’in Filistinli 14 grubu bir araya getirip geçici bir ulusal birlik hükûmeti kurulmasını öngören Pekin Deklarasyonu’nu dünya kamuoyuna duyurmasının Heniyye suikastını tetiklemiş olabileceğidir.

Zira ABD ile Çin arasındaki küresel rekabet ortadayken ve Çin ABD’nin Orta Doğu’dan çekilmesiyle ortaya çıkan boşluğu doldurmaya çalışıyorken hem de Çin geçtiğimiz yıl İran ve Suudi Arabistan arasında imzalanan normalleşme anlaşmasını kotarmışken,  şimdi de Filistinli grupların barıştırılıp İsrail’in karşısına tek bir muhatap olarak çıkartılması ne İsrail’in ne de ABD’nin işine gelmeyecekti.

Keza İsrail, Filistinli gruplar arasındaki ayrılıktan beslenmekte ve bu sayede kendi ajandasını daha kolay hayata geçirmektedir. ABD ise kendisinin yıllardır becer(e)mediği İsrail-Filistin anlaşmazlığının Çin tarafından, hem de İsrail’in lehine olmayacak adil bir planla çözümlenmesini kendi hegemonyasına bir meydan okuma olarak algılamakta olup bu duruma izin verilmesi mümkün gözükmemektedir.

Nasıl ki Hamas’ın 7 Ekim’deki Aksa Tufanı saldırısı, İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki muhtemel normalleşmeyi ortadan kaldırmışsa, bugün de Heniyye’nin suikastla ortadan kaldırılması Gazze’de beklenen ateşkesi ve muhtemel bir İsrail-Filistin barışını da ortadan kaldırmıştır. 

Dolayısıyla Heniyye’nin ortadan kaldırılması hem Filistinli grupların konsolidasyonunu önlemiş hem de Çin’in başlattığı İsrail-Filistin barış sürecini akamete uğratmıştır.

Bu sayede İsrail’in karşısında yine dağınık, kendi içerisinde kavgalı bir Filistin kalacak ve ABD de pabucunu Çin’e kaptırmamış ve kendisi dışında herhangi bir aktörün inisiyatif alarak bu meseleyi İsrail’in arzu ettiği model dışında çözmeye çalışmasına fırsat tanımamıştır.

Muhtemelen bu yüzden suikast için Mossad’dan daha fazla CIA’in etkili olduğu bir yer olan Tahran seçilmiştir. Suikastın gerçekleşme şekline yönelik ortaya atılan iddialara bakıldığında da İsrail’in tek başına Tahran’da bu kadar hassas bir operasyon gerçekleştirmesi mümkün gözükmemektedir. O yüzden başından beri CIA ve MI6 gibi Batılı istihbarat örgütlerinin yanı sıra İran istihbaratı veya Devrim Muhafızları arasındaki iş birlikçilerin de suikastta görev almış olabileceği dillendirilmektedir.

Kaldı ki dün itibarıyla İran’dan gelen, 25 civarında üst düzey istihbaratçıyla üst düzey Devrim Muhafızı komutanın tutuklandığına dair haberler de bu tahminimizi doğrular mahiyettedir. 

Bu durum İran için de kabul edilebilir değildir. Zira bugün Tahran’da Heniyye’yi öldürenlerin, yarın bir gün dinî lider Hamaney’i veya herhangi bir İranlı yönetici ile komutanı öldürmeyeceğinin garantisi bulunmamaktadır.

Dolayısıyla suikastın gerçekleşme şeklinden ziyade kimlerin katılımı ve katkısıyla gerçekleşmiş olduğu daha önemlidir. Keza suikast nasıl gerçekleşmiş olursa olsun, bu olayda İran’ın mutlak bir zafiyeti vardır ve İran’ın Heniyye’yi layıkıyla koruyamadığı veya korumadığı ortadadır.

Suikastın sonuçlarına baktığımızda da yine benzer bir tabloyla karşılaşıyoruz. Zira hem Gazze’deki ateşkes ihtimali ortadan kalkmış hem de İran’ın Filistin davasındaki hamilik iddiasının karşılığı kalmamıştır.

Her ne kadar Hamas, Şii olmaması ve karar merciinde İran’ın doğrudan etkisi olmaması hasebiyle İran’ın vekillerinden biri olmasa da nihayetinde İsrail’e karşı mücadele ettiği için direniş ekseni içerisinde yer almaktaydı.

Fakat Pezeşkiyan’ın yemin törenine esas vekil unsur olan Hizbullah lideri Nasrallah katılmamışken Hamas lideri Heniyye’nin törene katılması ve suikasta kurban gitmesi, ister istemez beraberinde bazı soru işaretlerini de getirmiştir.

Bu kapsamda, İran’ın suikasttaki rolünün sadece Heniyye’yi gerektiği şekilde koruyamaması veya istihbarat zafiyeti eksenli olmadığı gibi, Heniyye’nin İran’ın ali çıkarları için kurban edilmiş olabileceği iddiaları da ortalıkta gezmektedir.

Tüm bu kargaşa arasında İsrail ise Gazze’ye yönelik saldırılarına ve katliamlarına devam etmekte ancak biz de dâhil tüm dünya suikastın nasıl gerçekleşmiş olduğunu veya İran’ın buna nasıl bir karşılık vereceğini konuşmaktadır.

Dolayısıyla bu zaviyeden bakıldığında; Heniyye suikastının Gazze’deki soykırımın üzerini örttüğünü ve İsrail’e devam eden soykırım davasında zaman ve mevzi kazandırdığını söylememiz mümkündür.

Ayrıca Netanyahu da 7 Ekim’in sorumlularından birini ortadan kaldırarak bir nevi zafer elde etmiş olacak ve halkının nezdinde güven tazeleyerek koltuğunda kalma süresini de uzatacaktır.

Nihayetinde Hamas bir şekilde yeni liderini seçecek ve kaldığı yerden mücadeleye devam edecektir. Ancak aradan geçen süre zarfında İsrail Filistinlileri öldürmeye devam edecektir.

Bu yüzden bir an önce Heniyye suikastının nasıl gerçekleştiğine yönelik kısır tartışmalardan sıyrılıp tekrar Gazze gündemine dönmemiz ve İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarını durdurmak için mücadele etmeye devam etmemiz gerekmektedir.

Keza rahmetli Heniyye’nin son dileği ve arzusu da buydu. Bir an önce Gazze’deki katliamı ve soykırımı önlemek ve İsrail’in bu suçlardan dolayı yargılanmasını temin etmek.

Nasıl ki Heniyye’nin vasiyeti olan; 3 Ağustos'un Gazze halkı ve İsrail hapishanelerindeki esirlere destek için uluslararası gün ilan edilmesi ve tüm dünyada bu tarihte gösteriler düzenlenmesi talebi cumartesi günü büyük bir katılımla ve dünyanın her tarafında hayata geçirildiyse İsrail’in önce durdurulması, ardından da yargılanması talebinin de en kısa zamanda hayata geçirilmesini umarız.