ABD’nin Massachusetts eyaletinin Somerville şehrindeki Tufts Üniversitesi’nde doktora eğitime devam eden Rümeysa Öztürk isimli bir Türk öğrenci, 25 Mart 2025 akşamı iftar için evinden çıktığında Göçmenlik ve Gümrük İdaresi (ICE) ajanları tarafından orantısız ve hukuksuz bir şekilde zaptı rapt edilerek gözaltına alınmıştır. Daha sonra yine hukuksuz bir şekilde eyaletten çıkarılarak 2 bin km uzaklıkta bulunan Louisiana eyaletindeki Vermont şehrinde bulunan yüksek güvenlikli geçici göçmen barınma merkezine götürülmüştür.  

İşte o saatten beri Rümeysa’ya yönelik yapılan gayri hukuki ve gayri insani eylem Türkiye’nin olduğu kadar ABD kamuoyunun gündemini işgal etmektedir. ABD’de Fullbright bursuyla eğitimine devam eden ve doğal olarak geçerli bir öğrenci vizesi bulunan Rümeysa, apar topar gözaltına alınmış ve akabinde de vizesinin iptal edildiği ve sınır dışı işleminin uygulanacağı açıklanmıştır.

Neyse ki Rümeysa tam annesiyle telefonda konuşurken gözaltı işlemi yapıldığından, annesi olaydan haberdar olmuş ve hemen yetkilileri arayarak konuyla ilgili bilgilendirmiş ve yardım istemiştir. Yoksa kim bilir Rümeysa’nın başına ne geldiğini ne zaman öğrenecektik?

Ancak gerek Rümeysa’nın ailesi gerekse de dışişleri bakanlığımız devreye girene kadar ICE Rümeysa’ya, sanki illegal şekilde ülkeye girmiş kaçak bir göçmen veya terörist gibi muamele yapmıştır. Tüm bunlara rağmen başkonsolosumuz 29 Mart’ta Rümeysa’yı ziyaret etmiş ve Türkiye’nin desteğini iletmiştir. Rümeysa’nın ABD’deki durumuna dair 7 Nisan’da bir duruşma yapılacağı ve o zamana kadar kendisinin barınma merkezinde tutulacağı tahmin edilmektedir.        

Hepimizi infiale sürükleyen ve “bu nasıl olur?” diye sormamıza yol açan bu hadise, aslında ABD’de uzun süredir takip ettiğimiz yabancı düşmanlığının daha doğru İslam karşıtlığının, Trump yeniden başkan seçildikten tezahür eden yeni versiyonu mahiyetindedir.

Zira hatırlanacağı üzere Trump seçim kampanyasında, ülkeye illegal şekilde giren göçmenlerle birlikte kampüslerde İsrail karşıtı protestolara katılan –sözde Hamas destekçisi olduğu ileri sürülen- öğrencileri de sınır dışı edeceğini vaat etmişti.

Zaten Trump’ın ilk icraatlarından biri de bahse konu kampüs protestolarına sahne olan Columbia ve Harward gibi üniversitelere yapılan devlet yardımlarının kesilmesi olmuştu. Keza Biden döneminde başyan kampüs protestoları nedeniyle bu üniversitelerin rektörlerinin Kongre’ye çağrılarak ifadelerinin alınmış ve bazıları da istifaya zorlanmıştır. Dolayısıyla bu konuda başkanlardan ve partilerden bağımsız bir devlet politikası uygulandığı anlaşılmaktadır.  

Ancak Trump’ın başkan olmasıyla bu konuda bir adım daha ileri gidilerek, 8 Mart’ta Columbia Üniversitesi’nde yüksek lisans öğrencisi olan Filistin asıllı Mahmud Halil, “Hamas’ı desteklediği ve protesto gösterilerine katıldığı” gerekçesiyle New York’ta tutuklanmış ve sınır dışı edilmek üzere önce New Jersey’deki geçici göçmen barınma merkezine ve ardından Rümeysa gibi Vermont/Louisiana’da bulunan merkeze nakledilmiştir.

Şimdi gelelim Mahmud ve Rümeysa gibi ABD’de okuyan Müslüman yabancı öğrencilerin, hem de ABD hükümetinin sağladığı bursla ve verdiği eğitim vizesiyle orada ikamet ediyor olmasına rağmen,  nasıl olup Hamas’a destek vermek (ABD tarafından Hamas terör örgütü olarak kabul edildiği için terör örgütüne destek vermek olarak kabul ediliyor), İsrail karşıtı protestolara katılmak ve de anti-semitik olmakla suçlanıp, sınır dışı edilmek üzere gözaltına alındıklarına.

Zira pek çok kampüste binlerce öğrenci ve akademisyen gayet insani ve vicdani bir şekilde İsrail’in Gazze’deki katliamlarını ve soykırım suçlarını protesto ediyorken, bu binlerce kişinin arasından ABD güvenlik birimlerinin radarlarına sadece Mahmud ve Rümeysa’nın takılması ve haklarında işlem yapılması hiç normal gelmiyor.

Maalesef bu olayı biraz deşince altından yine İsrail’in ve ABD’deki Yahudi lobisinin çıktığını görüyoruz. ABD’de 2014 yılında açılan Kanarya Misyonu (Canary Mission) isimli bir web sitesi, sözde ABD’deki üniversite kampüslerinde Yahudilere karşı nefretle suçlarıyla ve anti-semitizm ile mücadele ettiğini iddia ederek “ABD, İsrail ve Yahudi düşmanlığını” teşvik eden öğrenci ve akademisyenlerin yanı sıra dernek, vakıf ve araştırma merkezi gibi tüzel kişiliklerin de profillerini derleyip sayfalarında yayınlayarak, ilgili güvenlik birimlerinin aksiyon almasını sağlamaya çalışıyor.

Evet, yanlış duymadınız. ABD’deki bir web sitesi, sözde Yahudi düşmanlığıyla mücadele etme kisvesi altında ABD’deki çoğunluğu Müslüman olan İsrail karşıtlarını fişliyor.

Bu site Rümeysa Öztürk’ü de fişlemiş ve profilini oluşturarak yayınlamış. En son 6 Şubat’ta güncellenen profil sayfasına göre Rümeysa’nın, Mart 2024'te İsrail karşıtı aktivizm faaliyetlerinde bulunduğu ve BDS destekçisi olduğu belirtiliyor. Rümeysa’nın sosyal medya hesaplarıyla ResearchGate ve Academia.edu sayfalarının bulunduğu profilde, üniversitenin gazetesi olan Tuft Daily isimli gazetede 26 Mart 2024 tarihinde yayınlanan, “Tekrar deneyin, Başkan Kumar: Tufts'un 4 Mart TCU Senato kararlarını kabul etmesi için çağrılar yenileniyor” başlıklı ortak yazarlı bir yazısı da delil olarak gösteriliyor.

Bu yazıda yer alan, Tufts Topluluk Birliği (TCU) Senatosu tarafından 4 Mart 2024 tarihinde kabul edilen “üniversitenin Filistin soykırımını kabul etmesi, üniversite rektörü Sunil Kumar'ın açıklamaları nedeniyle özür dilemesi, yatırımlarını açıklaması ve İsrail ile doğrudan veya dolaylı bağı olan şirketlerden el çekmesi” şeklindeki kararın uygulanmasının talep edilmesi;  Yahudi düşmanlığı ve İsrail karşıtlığı olarak kodlanmış ve Rümeysa hedef gösterilmiştir.

Merak edenler için Rümeysa’nın Kanarya Misyonu web sayfasında yer alan profil adresi şu şekildedir. (https://canarymission.org/individual/Rumeysa_Ozturk)

Anadolu Ajansının İngilizce versiyonunda 27 Mart 2025’te yayınlanan “Kanarya Misyonu'nun kara liste taktikleri Filistin yanlısı aktivistleri hedef alıyor” başlıklı bir yazıda Kanarya Misyonu sitesinin bağlantılarına ve kimler tarafından fonlandığı bilgisine detaylı olarak yer verilmiştir. Bahse konu yazıda İsrail merkezli Haaretz gazetesinin 2018 yılında yayınladığı bir rapora atıf yapılmakta ve “İsrail istihbaratının Kanarya Misyonu 'nun gözetleme faaliyetlerinden doğrudan faydalandığı ve bu site tarafından toplanan verilerin İsrail'e girişi yasaklanacak kişilerin tespiti için kullanıldığı” ileri sürülmektedir.

Yine aynı yazıda, Kanarya Misyonu'na, resmi bir web sitesi ya da sözcüsü bulunmayan ve az bilinen “Megamot Shalom” adlı kar amacı gütmeyen bir kuruluş aracılığıyla fon aktarıldığı belirtilmektedir.

Kanarya Misyonu’nun İsrail istihbaratı ve Amerikalı finansörleriyle olan bağlantıları özellikle gizlenmiş olsa da, 2023 yılındaki bir vergi formu hatası sonucunda Trump yanlısı bir komiteye 6 milyon dolar bağışlamış olan milyarder Sanford Diller'in platformla ilişkisi olduğunun ortaya çıktığı da yer almaktadır. Diller’in “Amerikan Özgürlük Hukuk Merkezi” ve “Amerika'nın İslamlaşmasını Durdurun” gibi aşırı sağcı ve İslamofobik kuruluşları desteklediği de göz önünde bulundurulunca bu sitenin asıl amacı daha iyi anlaşılacaktır.

Ayrıca San Francisco'daki Yahudi Cemaati Federasyonu tarafından kontrol edilen Amerikalı Helen Diller Aile Vakfı'nın Megamot Shalom aracılığıyla Kanarya Misyonu'na 100 bin dolar bağışladığı da belgelenmiştir.

Ortaya çıkarılan bilgiler ışığında karşımızda gerçekten Yahudi düşmanlığı veya anti-semitizmle mücadele eden sivil bir inisiyatiften ziyade İsrail istihbaratının kurdurttuğu ve desteklediği, “İsrail’i eleştirenleri veya Filistin’i destekleyenleri” terörü destekliyormuş gibi lanse eden ve bu şekilde hedef gösteren profesyonel bir yapı bulunduğunu söylemek durumundayız.

Şimdilik sadece Mahmud ve Rümeysa bu şebekenin kurbanıymış gibi gözükse de, Harvard Üniversitesi Orta Doğu Çalışmaları Merkezi (CMES) müdürü olan Prof. Cemal Kafadar’ın da; müfredatın anti-semitik merkezli olarak programlanması ve müfredatta İsrail perspektiflerinin temsil edilmemesiyle suçlanarak istifa zorlanması, ABD üniversitelerindeki kötü gidişatın habercisi mahiyetindedir. Her ne kadar Prof. Kafadar’ın Kanarya Misyonu sitesinde profili bulunmasa da, yöneltilen suçlamalar nedeniyle bunun da Kanarya Misyonu’nun marifeti olduğu anlaşılmaktadır.  

Dolayısıyla bu karanlık yapının engellenmemesi halinde; ABD’de öğrenimine devam eden Müslüman öğrencilerin yanı sıra akademisyenlerin ve STK’ların da, sırf İsrail’i eleştiriyor veya Filistin’i destekliyor diye “Yahudi düşmanlığı, teröre destek ve anti-semitizm” ile suçlanabileceği ve İslamofobik saldırılara maruz kalabileceği anlaşılmaktadır.