Suriye’de 8 Aralık 2024 tarihinde gerçekleşen devrimden sonra başlayan ülkenin yeniden inşası tüm hızıyla devam ederken özellikle son bir hafta içerisinde olağanüstü gelişmeler yaşandı.

Ülkenin toprak bütünlüğünü yeniden sağlamak için Ahmet eş-Şara liderliğinde kurulan geçici yönetim, bir taraftan ülkedeki farklı silahlı grupları yeni Suriye ordusu çatısı altında toplamaya çalışırken diğer taraftan da Esed döneminde uygulanan ambargoları ve yaptırımları kaldırmaya, ülkeyi yeniden uluslararası toplumun parçası hâline getirmeye çalışıyor. Bunu yaparken de mümkün olduğunca eski rejimin kötü izlerini silmeye ve ülkedeki hiçbir etnik, dinî ve mezhebi grubu dışlamamaya gayret ediyordu.

Hatta bu konuda da epey mesafe katedilmiş ve Avrupa Birliği ile ABD bazı yaptırımları kaldırırken Arap Ligi ve İslam İşbirliği Teşkilatı da Suriye’yi yeniden kucaklamıştı. Yani işler rayındaydı ve Şara da kendisinden beklenmeyecek şekilde bir performans göstererek ülkesini her platformda başarıyla temsil etmeye başlamıştı.

Ancak Suriye’deki bu toparlanma süreci bizi ettiği gibi herkesi mutlu etmiyordu. Özellikle Esed döneminde Suriye sahasını istediği gibi kullanırken şimdilerde Suriye’den dışlanmış olan İran ve her zaman güçsüz ve parçalı bir Suriye’yi güçlü Suriye’ye tercih eden İsrail’i...

Muhtemelen bunların dışında başka ülkeler de Suriye’nin 13 yıllık bir iç savaş ve çekilen büyük acılardan sonra toparlanmasından haz etmiyor olabilirler. Ancak bugün bunların arasından sadece İsrail’i ele alacağız. 

Bilindiği üzere Suriye ile İsrail, Arap-İsrail savaşlarından sonra bir barış anlaşması imzalamadıkları için hâlen iki düşman ülke durumundadır. 1974 yılındaki kuvvetlerin ayrışması anlaşması sadece bir ateşkes anlaşması olup, İsrail tarafı 8 Aralık 2024 tarihinde Esed rejiminin yıkılması nedeniyle bu anlaşmanın da geçersiz kaldığını ileri sürerek işgal altında tuttuğu Golan bölgesindeki ateşkes hattının ilerisine geçip daha fazla Suriye toprağını işgal etmiştir.

İsrail’in bu saldırgan tutumuna rağmen henüz İsrail ile askerî bir yüzleşmeye hazır olmayan yeni yönetim ise İsrail’in tavrını kınayıp konuyu BM’ye taşımakla yetinmiştir. Bunun yanı sıra, ülkedeki farklı grupların bir araya geldiği ulusal diyalog konferansındaki konuşmasında, Suriye halkının savaşlardan bıktığını ve artık hiçbir ülke ile savaşmak istemediklerini söyleyen Şara, İsrail’e de bir çağrı yaparak işgal altında tuttuğu Suriye topraklarından çıkılmasını istemiştir.

İşte ne olduysa bundan sonra olmuştur. İsrail’in soykırımcı başbakanı Netanyahu, Suriye’nin yeni yönetimini tanımadıklarını ve yeni Suriye ordusunun da ülkenin güneyinde hâkimiyet sağlamasına müsaade etmeyeceklerini, hatta Suriye’nin güneyinin de Lübnan’ın güneyi gibi olmasına asla izin vermeyeceklerini söyleyerek Suriye’de bugünlerde yaşanan gelişmelerin işaret fişeğini ateşlemiştir.

Suriye’nin batısındaki Lazkiye ve Tartus gibi Nusayrilerin yoğun yaşadığı bölgelerde son birkaç gündür yaşanan isyan girişimlerinde İsrail’in doğrudan dahli olmamakla birlikte, İsrail’in bunu da fırsat bilip, yeni yönetimin sözde Alevileri, Dürzileri ve Kürtleri katlettiğine yönelik tezviratın yayılmasında etkili olduğunu gördük.

Ama İsrail’in Suriye’nin iç işlerine yönelik asıl müdahalesi; güneyde Kuneytra, Süveyda ve Dera’da yaşayan Dürziler ile ülkenin doğu ve kuzeydoğusundaki bölgeleri işgal altında tutan sözde ABD’nin SDG’si ama özde PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG’yi kışkırtmaya yönelik girişimleriyle söz konusu olmuştur.

İsrail’in ulusal güvenlik gerekçesiyle bölge ülkelerdeki ayrılıkçı hareketleri ve terör örgütlerini desteklediği bilinen bir gerçeklik iken; bölgedeki Kürtleri de Türkiye, Suriye, Irak ve hatta İran’ı istikrarsızlaştırmak için desteklediği bilinmektedir. Bu kapsamda; Irak’ın kuzeyinde 2017 yılında yapılan bağımsızlık referandumunu da destekleyen tek ülke olmuş, ABD’nin kendi istihbarat raporlarında PYD/YPG’nin PKK’nın Suriye kolu olduğu belirtilmesine rağmen PYD/YPG terör örgütünü desteklemesi ve müttefiklik ilişkisine girmesi için yoğun çaba sarf etmiştir. Trump’ın 2018 yılındaki Suriye’den çekilme kararının uygulanmamasının arkasında da İsrail vardır.

Peki İsrail’in Kürtlere ve özellikle de PKK terör örgütüne yönelik bu aşkın desteği nereden kaynaklanmaktadır?

Bazıları bu desteği, Kürtlerin Yahudilerin kayıp 13’üncü kabilesi olduğu şeklindeki iddiaya dayandırsa da bunun gerçek sebebi, İsrail’in 1950’lilerde uygulamaya koyduğu çevre doktrininde yatmaktadır. O dönem bölgede Arap olamayan halklarla işbirliği tesis etme politikası kapsamında Kürtlerle de irtibat kurulmuş ve Kürtlerin de bölgedeki vatansız halklardan biri olduğu teması işlenerek bu konuda Kürtleri destekleme sözü verilmiştir. Hatta Kürtlerin zaman zaman ortaya attığı büyük Kürdistan haritalarındaki sınırlarla sözde büyük İsrail haritasındaki sınırların da çakıştığı görülmektedir.

Asıl amaç Kürtlere bir vatan verebilmek için bölge ülkelerini parçalamak ve kendilerine müzahir bir devletin ortaya çıkmasını sağlamaktır. Zamanla bu işbirliği sadece PKK terör örgütü ve türevleri üzerinden yürüdüğü için İsrail’in bölgede bir terör devleti kurmayı amaçladığını söylemekte bir beis görmüyorum. Böylelikle hem kendi kontrol edeceği bir devlet olacak hem de bölge ülkeleri bu devlet üzerinden terbiye edilecektir. Yoksa İsrail’in kendi Yahudi halkı dışında hiç kimse için kılını kıpırdatması söz konusu bile değildir.

İsrail’in Dürzilere yönelik ilgisi de bazı farklar olmakla birlikte Kürtlerle olan ilişkisine benzer bir sebepten kaynaklanmaktadır. Yani çıkar temelli bir ilişki söz konusudur. İsrail’de hâlihazırda 150 bin civarında Dürzi yaşamakta olup, Dürziler 1956 yılındaki mutabakata istinaden, diğer azınlıklardan ve Araplardan farklı olarak mecburi askerlik hizmetine tabidirler. Golan’ın işgalinden sonra burada kalan ve bugün sayıları 25-30 bin olan Dürzilerin ise İsrail vatandaşı olmadıkları gibi, İsrail’e dair bir aidiyetleri de yoktur.

İsrail’in 1982-2000 yılları arasındaki Lübnan’ın güneyindeki işgali sırasında da buradaki bazı Dürzi topluluklarla ilişki kurduğu ve çekilmeden sonra da bunların büyük bir kısmının İsrail’e geçtiği bilinmektedir. Ama İsrail’in Dürzilere yönelik yaklaşımındaki asıl ikiyüzlülük 2018 yılında kabul edilen tartışmalı ulus devlet yasasında iyice ayyuka çıkmıştır. Zira bu yasa ile Yahudiler dışındaki tüm etnik ve dinî azınlıklar ikinci sınıf vatandaş olarak tanımlanırken; resmî dil de İbranice olarak tanımlanmış ve diğer dillerin yasal statüleri belirlenmemiştir.

Bu yetmiyormuş gibi, yine 2018 yılında Suriye’deki toplam 700 bin Dürzi’nin 350 bininin yaşadığı Süveyda’nın DEAŞ saldırısına maruz kalıp yüzlerce Dürzi’nin katledildiği saldırılara da İsrail’deki Dürzilerin yoğun taleplerine rağmen müdahale etmeyen İsrail’in, aksine DEAŞ ile işbirliği yapıp Dürzileri yüzüstü bıraktığı unutulmamalıdır.

Benzer şekilde, geçtiğimiz temmuz ayında Golan’da Dürzilerin yaşadığı Mecdel el-Şems bölgesinde top oynayan çocukların üzerine düşen roket ve 12 kişinin ölmesi hadisesinin arkasında da İsrail’in parmağı bulunmaktadır. Zira bu saldırının Hizbullah tarafından yapıldığını ileri süren İsrail, sözde ölen Dürzilerin intikamını almak için Lübnan’a yönelik saldırı başlatmış ve arkasından da kara harekâtı gelmişti. Daha sonra ise Dürzi çocukların üzerine düşen roketin bölgedeki İsrail mevzilerinden yanlışlıkla ateşlendiği, hatta Lübnan’a yönelik saldırıları başlatmak için İsrail ordusunun bilinçli olarak futbol sahasını hedef aldığı iddiaları ortaya atılmıştır. Ama nihayetinde, olan 12 Dürzi çocuğa olmuştur.  

Yani siz bakmayın bugün Netanyahu’nun çıkıp Suriye’deki Kürtler ve Dürziler bizim doğal müttefikimizdir, onları korumak için elimizden gelen her şeyi yapacağız dediğine. İsrail’in derdi yeni Suriye’nin güçlenip toprak bütünlüğünü sağlayamaması ve iç savaş sürecinde olduğu parçalı yapıda kalarak İsrail’i işgal altında tuttuğu topraklardan çıkartmaya kalkışacak kadar tehdit oluşturmamasıdır.

Yoksa İsrail ne Dürzilerin ne de Kürtlerin hiçbir şeyi değildir. İsrail’in Dürziler ve Kürtlere yönelik gerçek hissiyatını tarif etmek gerekirse; İsrail için Dürziler ve Kürtler, artık işe yaramadıklarında veya çıkarlarına ters düştüğünde aynı Filistinliler gibi “amelekler” olarak tanımlayıp ortadan kaldırmaya çalışacakları birer hizmetkârdan ibarettir.