Son zamanlarda İdlib’de Türk Gözlem Noktalarına karşı Rejim tarafından yapılan saldırıların artması Suriye’deki çözümün engellenmeye çalışılması bakımından da önem arz etmekte. 6 ve 8 Haziran tarihlerinde İdlib’deki 9 No’lu Türk Gözlem Noktasına yapılan saldırıları 13 Haziran tarihinde 10 No’lu Gözlem Noktasına ve 16 Haziran tarihinde de yine 9 No’lu Gözlem Noktasına yapılan havanlı saldırılar izledi. Daha önceleri Rusya üzerinden diplomatik girişimlerle çeşitli uyarılar yapılan Rejime karşı son olayda misliyle karşılık verilerek müdahale edildi. Böylece yapılan saldırılara sessiz kalınmayacağı ve gerekirse karşılık verilerek inisiyatif almakta tereddüt edilmeyeceği gösterilmiş oldu.
Türkiye’nin seçenekleri çok
Suriye iç savaşı başladığından beri Türkiye zaman zaman terörist sızmaları ve Suriye’den yapılan atışlı saldırılara maruz kaldı. Bu saldırılarda can ve mal kayıpları yaşandığı gibi meydana gelen göç hareketiyle de mücadele edilmek zorunda kalındı. 16 Eylül 2018 tarihinde Rusya ile varılan mutabakat sonucunda İdlib’de gözlem noktaları kurularak bölgede kalıcı istikrarın sağlanabilmesi yönünde önemli bir adım atılmış oldu. Kendi dışındaki herkesi dışlayan Rejime de dur denildi. Ancak görünen o ki Rejim Suriye’nin yarısına yakın bir alanda faaliyet gösteren PYD/PKK ve IŞİD gibi terör örgütleriyle mücadele etmek yerine barışın tesis edilmeye çalışıldığı İdlib’e saldırıları öncelemiş durumda. Ancak bölgede Türkiye var. Şayet saldırılar devam ederse Türkiye’de karşılık vermekte tereddüt etmeyecektir. Durum daha da kritik bir noktaya doğru gelişir ve geniş çaplı bir göç dalgası ihtimali ortaya çıkarsa belirli bölgelere müdahale edip geçici tampon bölgelerin kurulması da Türkiye’nin seçenekleri arasındadır.
Rejim kendi silahlı güçlerine hakim değil
Peki neden Türk Gözlem Noktaları’na saldırılarda bulunuyor diye soracak olursak öncelikle rejimin kendi silahlı unsurlarına tam olarak hâkim olamadığını görüyoruz. 16 Ocak 2019 tarihinde Rejime bağlı İran destekli 4. ve Rusya destekli 5. Tümen arasında çıkan ve bir hafta süren çatışmalarda 170 Suriye askerinin öldüğünü biliyoruz. Zaman zaman başka kontrolsüz hareketler olduğu da görülmüştür. Elbette Rejimin Türkiye’ye yönelik düşmanca duygular içerisinde olduğunu da unutmamak gerekir. Ayrıca bölgede Rusya’nın da kontrol edemediği İran destekli milisler de var. Ve bu bağlamda Rusya ile İran arasında Suriye politikasındaki ayrışmayı da dikkate almak gerekir. İsrail’le konvansiyonel bir çatışmaya girmek istemeyen Rusya’nın İran’la İsrail arasındaki mücadelede taraf olmadığını biliyoruz. Dolayısıyla arka planda yer alan diğer dinamikleri de göz önüne aldığımızda çok boyutlu ve karmaşık ilişkiler yumağının süreci etkilediğini söyleyebiliriz.
ABD ve Batı İdlip’de çatışma istiyor
Olayın diğer bir yönü de ABD ve Batının tutumu. İdlib’de yaşanacak bir çatışmanın insani krize dönüşmesi ve olası bir göç hareketinin Türkiye-Rusya arasındaki gerilimi arttırması diğer aktörlerin işine yarayacaktır. Tam da S-400’lerin Türkiye’ye gelmesine az bir süre kala İdlib krizinin yeniden alevlenmesi doğal olarak arkadaki kontrolsüz güçlerin provakasyonunda ABD ve Batıyı akla getirmektedir. Ancak burada sorulması gereken soru Türkiye’nin bu krizi yönetebilecek kapasitesi olup olmadığıdır. Türkiye yeterli güçle sahada yer almaktadır. Ve olası senaryolara karşı da gerekli planlamalarını, hazırlıklarını yapmıştır. Dolayısıyla İdlib mutabakatının provokatif hareketlere rağmen devam edeceğini söylemek mümkündür. Bu sayede Suriye’deki “ABD-Türkiye-Rusya” arasındaki hassas denge bir anlamda Türkiye’nin süreci güçlü şekilde yönetebilme kapasitesine bağlı olacaktır.