Bence tarih ibret alınmak için vardır. Nereden geldiğimizi, nasıl geldiğimizi, kim olduğumuzu ve kimlerle olduğumuzu bilelim diye vardır. Hani denir ya “insanın tecrübeli olanı makbul” diye işte milletlerin de tecrübesidir aslında o. Onun için tarihini bilmek güçtür. Dersi alınmış, ibreti fark edilmiş bir tarih güçlü insanlar doğurur. Onu terk etmek, yok saymak, hakir görmek ise hem anlamsız be hem de faydasızdır. Ve hele ki bizim gibi onurlu, haysiyetli, şerefli bir ecdadın teşekkül ettirdiği ve insanlığı, adaleti savunan bir geçmişi olan insanlar bunu bilmek ve anlatmakla şeref duymalıdırlar.

Bizim tarihimizdeyse ilginç bir ayrıntı var. Hangi vakti okusam, ne zaman baksam hep şunu görüyorum ben; ecdat düşmandan çekinmemiş hiç, meydanı zalime hiçbir vakit bırakmamış. Nerede meydan varsa orada sallamış pusatını, yiğitliği cihana destan olmuş. Lakin her vakit hainler çıkmış ve onlar vurmuş esas darbeyi. Hainler yani satan ve satılık olan adamlar. Bizim gibi olan, bizden görünen hatta bizimle aynı kıbleye dönüp aynı yere secde eden adamlar. Şeytanî hırsları, nefsanî arzuları, siyasî çıkarları, maddî menfaatleri için yoldan sapan, sapıtan ve battıkları çukurda çırpınan adamlar.

Bütün bunları şunun için söylüyorum. Üç beş ne olduğunu bilmez çıkıp da ecdada laf atıyor kendince kendine hiç bakmadan satılmış ruhunun irinini kusuyor diye biz bildiğimizden ve bu onurlu geçmişimizden vazgeçecek değiliz. Onların sözleri ne leke olabilir ne de çamur bulaştırabilir. Eskilerin dediği gibi “Köpek su içmekle” deniz pis olmaz.

Geçelim…

Aslında bu, sureti bizden lakin içinin kimden olduğu belli olmayan, kim daha fazla öderse ve kim keyif verirse ruhunu ona satan adamların karşısında bizim her zaman ve sadece ve en kıymetli gücümüz sağlam bir iman olmuştu. Ve ecdat için inanmak, gayret etmekti. Kuru bir söz değildi iman.  Vatan diye bir yer vardı ve sınır konulmuyor, sonu bulunmuyordu. Mahdut değildi o. Gidebildiğim her yer vatan olacak diye inanmışlardı ve geri durmamışlardı bu gaye uğrunda çarpışmaktan. Ölmeyi daha ilk anda göze almışlardı zaten. Ölüm onları korkutmuyordu. Yollarına çıkan üç beş çakala meydanı bırakmamışlar ve onların hainlikleriyle davalarından vazgeçmemişlerdi.

Peki ya nedir o inanmak? İnanmak, durmak değildir. İnanmak, gitmektir, inanmak yürümektir ve inanmak gayrettir. Hem dahi kabul edemez bizim gibiler zalime sessiz kalmayı, ne içine sindirir ne de durabilir. Hür olmak için, mazlumun elinden tutmak için ve zalimin karşısında durmak için can verir. Hürriyet inanmaktır zira. İnanmayan her vakit zindandadır. Ve esareti kabul etmez cesareti kendine şiar edinenler.

Tam da bu yüzden inanmış adamların torunları olan bizlere de miras diye pak ve latif hatıraları kaldı onların. Şerefle, onurla ve inanarak yaşadılar. Dünyaya insanlığı hatırlattı, merhamet dağıttı ve adam olmak nasıl bir şeydir gözlerine soka soka öğrettiler. Adam olmayanı yola getirdiler. Her anından şeref duyacağımız namuslu bir isim ve hatıra bıraktılar bize.

“İnanmak sadece söz değil, inanmak fiildir” dediler ve inandığını söyleyip yalnızca öyle görünenlere inat âleme nizam verdiler.

Vatan için, millet için ve iman için canından geçen ecdadın ruhu şad olsun.