İnsan kendini birilerine anlatmak için mi yaşar? Yani her vakit yeniden ve yeniden izah etmeye çalışmalı mıdır kendisini? Hayat denen sır bu mudur yani? Ya da buna vakti var mıdır ki insanın? Bence bu sorunun cevabı “hayır” olmalı. Zira insan kendini bile anlayamaz bazen. Doğal olarak tam manasıyla anlaşılamaz da. Madem öyle kendini anlatmak için bunca gayret de boşuna belki de. Ve insanın boşa harcayacak zamanı yok.
Hata ediyoruz. Her şeyi akılla bulabileceğimizi zannederek çok fazla hata ediyoruz. Bence sadece akılla bir şeyleri bilmek mümkün değil. Misal ki akıl dile gelse ve kendini anlatsa bize. Ne der acaba? Ne söyler? Belki de şöyle söyler diye hayal edip yazdım ben de:
“İnsanlar her vakit benimle kandırdı kendini. Ben olmazsam yok olacaklarını sandılar. Ben olmazsam bitecek, ben olmazsam yitecek ve yitireceklerini sandılar. Oysa yanıldılar. Hem de çok fazla yanıldılar. Ben tek başıma bir çare olamazdım. Ben bilirdim lakin anlayamazdım.
Bilmek acı verirdi insana. Ve ben her şeyi bilsinler isterdim. Zira benim yaratılış maksadım bilmekti. Bildirmekse beni de var eden Allah’ın işiydi. O istemezse ben bilemezdim. O istemezse var isem de yoktum ben.
Akıl dediler adıma. Her şeyi bende sandılar gafil olanlar ve ben de kendi vazifemi yaptım hep. Bilmek istedim. Bunun için vardım ben zaten. Bunun için yaratılmıştım. Kendi vazifemi yapıyordum yani. Her şeyi bilsinler, sadece benimle düşünsün, sadece benimle öğrensinler istiyordum. Ve çoğu vakit inandırdım da onları buna. Benden mahrum olanı aşağı gördüler, beğenmediler, tahkir etti, görmezden geldiler. Benden geçmiş ve beni yitirmiş olanlara ‘mecnun’ dedi, ‘deli’ dediler. Sade benime bildiklerinin var olduğunu zannettiler. Oysa benim de bir hududum vardı. Benim de bir sınırım vardı.
Lakin onların bilmediği bir şey vardı. Yalnız başına ben uçuruma götürürdüm onları. Ben biliyordum lakin insanlar bunu bilmiyorlardı.
Ben akıldım. Bilmek benim işimdi oysa her zaman bilmek yetmezdi. Hatta bilmek dahi bir bilinmezdi. Beni bilen her şeyi bildiğini sandı. Ama yanıldı. Zira ilmin sınırı yok lakin benim bir sınırım vardı.
Lakin bu bir suç değildi, bir eksiklik bir noksanlıktı bu. Noksan olanı tamam etmek gerekti oysa. Zira sadece benimle bilen bir kanadını kaybetmiş kuş gibiydi. Ben olmazsam da olmazdı sadece ben olursam da olmaz.
İnsan gördüğünü verirdi bana ve ben göz ile görüneni bildirirdim, görüldüğü kadar ve görülene göre bilirdim. Peki ya insanın görmedikleri, göremedikleri? Onlar ne olacaktı?
…
Dünyayı sadece bilenler değil, bildiğine inananlar değiştirirdi.”