İnsanlar yaşadıkları topraklara benzerler bence kâri. Toprak insanı değiştirir, başka bir hal verir, hamuruna maya olur belki de. Bilemiyorum. Ama gözle görüyor ve gönlümle hissediyorum ki bazı topraklarda yaşayan insanlara oranın havası, suyu tesir ediyor, hırçın oluyor, kırgın oluyor, naif oluyor, kızgın oluyor. Ama bu nasıl oluyor? Gerçekten böyle mi yoksa ben mi böyle zannediyor ve böyle vehmediyorum, bilmiyorum. Ya da belki de şöyle oluyor; insan değiştiriyor toprağı. Yani güzel insanlar yaşadıkları yerleri de güzelleştiriyorlar. O zaman demek ki eskilerin dediği gibi, bir yerin güzelliği orada yaşayan insanların güzelliğindendir. Evet, evet sanırım bu. Evvela insanlar toprağı güzelleştiriyor, oraya bir ruh, bir mana ve bir maya çalıyorlar sonra bu bir gelenek bir şuur haline geliyor ve bilerek isteyerek olmasa bile orada yaşayan insan o toprağa benziyor. Güzelleştiriyor ve güzelleşiyor. Böyle olmalı.

Anadolu insanı dediğimiz bir kavram var. Her yerde ve her mekânda tekrar tekrar söylediğimiz… Bence Anadolu denen bu toprağın insanı pek çok hasletinin yanında en ziyade samimi oluyor. Samimiyet toprağa da siniyor. Kibir yok oluyor bence. Tevazu resme dönüşüyor, tecessüm ediyor. Toprak insan yetiştiriyor. Anaların koyunlarında merhamet büyüyor, çocukların ellerinde tuttuğu oyuncak masumiyet oluyor. Bütün bunların etrafında pısırık, kendine güvenmeyen bir insan değil aynı zamanda vakur bir millet oluyor ve oluşuyor. Anadolu’yu ilkin biz yurt edindik elbette doğru lakin şimdi zannediyorum ki Anadolu bizi kendinin yapıyor.

Anadolu mayadır diyorum ben aslında. Ve maya bozulursa süt de yoğurt da bozulur. Tutmaz ve olmaz artık eskisi gibi. Tadı kaçar. Lakin gördüğüm şu ki; Anadolu direniyor. Hem de var gücüyle ve belki de son gücüyle direniyor. Yozlaşmaya, başkalaşmaya, batılılaşmaya direniyor. Kendini inkara ve aslını redde direniyor. Ellerinden hepimizin ihtiyacı olan o samimiyet ve masumiyet alınmasın diye direniyor. Ve bizler onların bu direncinin çoğu vakit farkına varamıyoruz bile.

Yoksa mesela Elazığ da bir teyze İstanbul’dan çıkıp da gelmiş olan, yüzünü görmediği ve kim olduğunu tam manasıyla bilmediği sadece bir iki kitabını okuyup, radyoda dinlediği ve evladı yerine koyup sevdiği birine yani bana akşamında elleriyle yapıp da zahmet ettiği börekleri neden getirsin? Ya da ne bileyim Van’da mesela ismi Fatoş olan bir öğrenci kardeşim bütün mahcubiyetiyle ve heyecanla, utana sıkıla benimle konuşup da sonra belki de cebinde olan son harçlığıyla gidip her nereden bulmuşsa bir hediye alıp da neden bana getirsin? Ya da Anadolu’nun kara yağız evlatları; Civan, Ayhan ve Mehdi… Neden mesela gözlerimin ta içine bakarak “yine gelin, olur mu abi?” desinler bana? Batman’da mesela ikiz kızları Gözde ve Hande’yi ellerinden tutup da benim yanıma neden getirsin anneleri? Ordu’da sadece kitaplarımı okudukları için bütün bir okul öğretmenleri ve idarecileri toplanıp da neden gelsinler benim için hem de bir pazar gününün sabahında evlerinde çocuklarıyla kahvaltı etmek varken, Hayriye öğretmen hararetle benim kitaplarımı bana neden anlatsın? Sonra Kahramanmaraş’ta ufacık bir çocuk gelip de “Abi, param yok alamıyorum. Bana bir tane hediye etseniz olmaz mı?” diye neden sorsun? Hem olur kardeşim, olur. Senin canın sağ olsun…

Anadolu, karşılıksız bir muhabbetin adıdır bence. Kaç kitap okusan da bilmem ne kadar zengin olsan da ne kadar fazla şehir dolaşsan ve ne kadar insan tanısan da bir başka yerde bulamayacağın bir muhabbetin adı…

Geç gelmiş ve geç kalmışsınızdır bazen. İşte tam da böyle hissedersiniz oralara gittiğinizde. Oysa ne yol o kadar uzun ne insanlar o kadar uzaktır size. Yakındır hem de çok yakın lakin siz şimdiye kadar bakamamışsınızdır ya da görememişsinizdir.

Hâsılı, Anadolu bir ruhtur, her birimizin içinde… Mayadır ve tohumdur…