İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra iki kutuplu dünya düzeninde terör örgütleri devlet destekli ve kapalı lokasyonlarda gizli saklı faaliyet gösterirken, günümüzde çok farklı bir duruma evrilmişlerdir. Özellikle bilgi ve iletişim teknolojilerinin sağladığı avantajlarla dünyanın her yerine yayılmışlar ve teknolojiyi kullanarak kurdukları gizli ağlar sayesinde, pek çok ülkede eş zamanlı eylemler yapabilir hale gelmişlerdir. Buna terörün küreselleşmesi de diyebiliriz. Dünyada küreselleşen terör; iç savaşlar, ekonomik sebepler, doğal afetler vb. sebeplerden dolayı yaşanan göçler nedeniyle artık başka ülkelerden gelen üçüncü hatta dördüncü kuşakların güçlü bir şekilde var olduğu ABD ve Rusya dahil Avrupa toplumlarında daha kolay yerleşebilme imkanına sahip olmuşlardır. Dikkat edilirse bu ülkelerde terör eylemleri yapanların birkaç kuşak öncesi farklı bir ülkeden gelmiş kökeni farklı ama yine o ülkenin vatandaşı durumundaki insanlar oldukları görülmektedir. Daha önceleri başta Arap ülkeleri olmak üzere dünyanın değişik bölgelerindeki kamplarda eğitim gören ve daha çok gizli teşkilatlar şeklinde faaliyet gösteren teröristler eylem yapacakları ülkelere sızarlar ve orada eylem yaparlardı. Ancak artık durum değişti. Avrupa ana karası ve ABD’de eylem yapan teröristlerin çoğunlukla yine o ülkelerin vatandaşları olduğu anlaşıldı. Buna da terörün kurumsallaşması diyoruz. Kurumsallaşan terörün toplum içindeki yerleşikliği arttığı için önlenebilmesi daha güçtür. Teröristlerin silah ve patlayıcılar yerine günlük hayattaki kamyon, kamyonet, bıçak, tornavida vb. sıradan araçları silah haline getirerek terör eylemlerinde kullanmaları bu güçlüğü daha da zor bir noktaya taşımaktadır. Ancak geçmişten günümüze küreselleşen terör kaynağının dışındaki alanlarda kurumsallaşmış olsa bile ürediği, büyüdüğü yerler yani kökü hep aynı kalmıştır. Günümüz de de terörün ürediği yerlerin başta Ortadoğu ve Afrika olmak üzere yerleşik devlet otoritesinin olmadığı, kurumsal otoriteden yoksun boşluk alanları olduğu görülmektedir. Gelişmiş ülkeler kendi içlerinde terörün üreyebileceği bu tür boşluk alanları oluşmasına asla izin vermemektedirler. Güçlü bir devlet sistemiyle hem toplumsal katmanları bir arada tutabilmekte, hem de geleceklerini daha güçlü bir şekilde kurabilmektedirler. Bilimsel çalışmalarla teknoloji üretebilmekte, yeni kaynaklara ulaşabilmekte ve bilinmeyeni keşfederek diğer toplumlar üzerinde medeniyetin asimetrik etkisini istedikleri gibi kullanabilmektedir. Bütün bunlara ilave olarak ve bu süreçlerle paralel bir şekilde terörle kendilerine rakip devletleri dizayn etmekte, Irak ve Suriye örneklerinde olduğu gibi hedef bölgedeki kurumsal devlet yapılarını yok edip terörün daha da yerleşik hale gelmesine zemin hazırlamaktadırlar. Yıllardır bu döngü aynı şekilde sürüp gitmekte, dolayısıyla hep aynı ülkeler gelişmiş, ileri ve hep aynı ülkeler az gelişmiş, geri kalmış durumda olmaktadır. Bu sayededir ki kurumsal devlet yapıları parçalanmış, toplumsal yapıları klanlığa/aşiretliğe doğru gerileyen ülkeler adeta gelişmiş ülkelerin laboratuvarları, o ülkenin insanları da adeta o laboratuvardaki kobaylar haline gelmişlerdir. Bu noktada başta Irak ve Suriye olmak üzere Arap yangının yakıp geçtiği ülkelerdeki kaybolan on binlerce çocuk ve genç insanın durumu araştırılmalıdır. Bunların yanında savaş ortamlarında denenen yeni ve en son teknoloji ürünü silah ve sistemler ise arıca araştırma konusudur. Yani günümüz medeniyeti var olabilmek için aslında insanlığı tüketmektedir. Ve bu sistem de yukarıda anlattığım döngü şeklinde işlemektedir. Şimdi bu döngüyü sağlamak için küresel emperyal güçlerin son zamanlarda hangi yeni yolları denediklerine ve Türkiye’nin bu sistemdeki durumuna kısaca bir göz atalım.
2010 yılında Tunus’ta başlayan “Arap Yangını”nın Suriye’den sonra Türkiye’yi de içine alması beklenirken, Türkiye’nin yangın yerinin dışında kalabilmeyi başarması, Büyük Ortadoğu Planı’nı da geciktiren bir unsur olmuştur. Bu nedenledir ki 15 Temmuz darbe girişimi devreye sokulmuş ancak emperyal güçlerin beklediği sonuçlar yine gerçekleşmemiştir. Ancak BOP devam etmektedir. Türkiye’nin hemen güneyinde ve Türkiye’yi çevreleyecek “sentetik Kürdistan” oluşturma gayreti Rakka ve Deyrizor’un demografisinin DAEŞ’le mücadele bahanesiyle yok edilerek buralara da PKK/PYD’nin yerleştirilmesiyle yeni bir boyut kazandı. Daha önce Afrin-Ayn el-Arap-Haseke hattında demografik yapılar baskıyla değiştirilerek bir terör koridoru oluşturma girişimi, şimdilerde Suriye’nin en zengin doğal kaynaklarına sahip bu iki kentinde adeta yerleşik demografi yok edilerek PKK/PYD ile suni bir demografi oluşturulma yönünde geliştiriliyor. Bundan sonraki adımda bu suni demografinin üzerinde, terörle (DAEŞ’le) mücadele ederek kısmi meşruiyet kazandırılmış, 3500 konteyner ve belki daha fazla silahla donatılmış paramiliter askeri gücü olan, yarı kurumsal bir “Terör Devletçiği” inşa edileceğini söylemek yanlış olmasa gerek. Ve bir süre sonra bu terör devletçiğine uluslararası statü kazandırıp Ortadoğu’yu dizayn etmek için sürekli olarak kullanılabilecek bir kukla yaratmak bu sürecin müteakip adımı olabilir. Bu kukla “Terörist Devletçik” bir süre sonra bölgedeki diğer benzer yapılarla birleştirilerek daha da güçlendirilebilir. Artık bu söylediklerimin gerçekleşmesine yönelik faaliyetler başta ABD olmak üzere küresel güçler tarafından açık ve aleni bir şekilde yürütülmektedir. Yani kartlar açık açık oynanmaktadır. Planlanan bu yeni oluşumun ana aktörü PKK’dır. Bu planlama bugün değil çok uzun süre önce yapılmıştır. Bakınız PKK’nın 1990’lı yıllardaki söylemlerinde “Demokratik Ortadoğu Birliği”, “Demokratik Ortadoğu Birleşik Kürdistanı”, “Demokratik Ortadoğu Konfederasyonu” şeklindeki kavramlarla sadece Türkiye’nin değil bütün Ortadoğu’nun demokratikleştirileceğinden, yani dizayn edileceğinden bahsedilir. Aynı şekilde 1994 Yılı Mart ayında Suriye’de yapılan bir PKK toplantısında bölücü başı A.Öcalan tarafından 50 bin kişilik sözde bir ordu kurulması gerektiği ifade edilmiştir. Şimdi bu elli bin kişilik ordunun PKK/PYD üzerinden Suriye’de kurulmaya çalışıldığını biliyoruz. Küresel güçlerin maşası durumundaki PKK/PYD vasıtasıyla oluşturulmaya çalışılan sentetik Kürdistan’ın bölgedeki Kürtler’e de bir faydası olmayacağı gibi tam tersine Kürtler sürekli kullanılan ve sömürülen unsurlar olmanın ötesine geçemeyeceklerdir. Barzani’nin de tasfiyesinin artık belirginleştiği şu günlerde, bölgenin kaygan zemini ve her an değişen dengeleri de dikkate alınarak Irak ve Suriye’de kurumsal devlet yapılarının bir an önce inşası için bütün Ortadoğu devletleri iş birliği yapmalıdır (!). Bu bağlamda Türkiye uzun vadeli stratejileriyle önümüzdeki dönemde Rusya ve İran gibi bölgedeki diğer aktörlerle sağladığı konsensüsü daha da geliştirerek bu tür “Terörist Devletçikler” ile mücadeleye hazır olmalıdır. Unutulmamalıdır ki oluşturulmaya çalışılan bu tür suni yapılar sadece Türkiye’nin değil bütün Ortadoğu’nun sorunudur. Ortadoğu toplumlarının artık gelişmiş ülkelerin laboratuvar kobayı olmama yönünde her zamankinden daha güçlü bir irade ortaya koymaları gerekmektedir. Aksi takdirde olacak bellidir. Başka ülkelerin laboratuvarlarında kobay olmadan yaşayabilmemizin yolu milli birlik ve beraberlik içinde geleceğimizi inşa etmekten geçer. Bilim ve teknolojide muasır medeniyeti yakalamış Türkiye aynı zamanda küresel hesapları tersine çeviren, bölgeye huzur ve barış getiren bir istikrar gücü de olacaktır. Ülke olarak daha güçlü ve aydınlık yarınlara milli birlik ve beraberlik içinde ulaşmamız dileğiyle…