Türkiye’nin Batılılaşma tarihi süresince Batılılaşma savunusunda bulunanların kavramlarında, anlayış ve kavrayışlarında üzülerek belirtmeliyim ki bir değişiklik olmamış. Düşünce tarihine ilgi duyanlar şu ifadelerin tamamının sürekli tekrarlandığını hatırlayacaklardır. 71 muhtırasından itibaren Türkiye’de olup bitenlerin farkında olan biri olarak şunları söyleyebilirim. Batılılaşma, terakki, modernleşme, aydınlanma, muasır medeniyet seviyesine ulaşma, irtica-gerici, laiklik, demokratik sol, ilerici, yeni sol, ortanın solu, değişim vb. kavramları Anadolu’nun inanmış insanlarını kendilerine nispetle hakir, cahil, gayr-ı medeni, oy kullanırken hata yapan kişiler olarak gören hormonlu aydın ve siyaset erbabının sayıklamalarıdır. 

Örneklik teşkil etsin diye şu cümlelere dikkat edilmeli. Türkiye’deki eğitim süreçlerinden sonra Batı’da akademik eğitim yolculuğunu tamamlayarak profesör unvanı almış bir yazar “Seçim Sonrası Türkiye” başlığı altında yaptığı değerlendirme ile okuryazar herkesin artık anlamsız bulduğu şu soruları soruyor: “Yeni dönemde nasıl bir ülke bizi bekliyor? Geride bıraktığımız seçimler Türkiye’nin tarihinde bir dönüm noktası olacak mı? Mesela 300 yıllık Batılılaşma, 100 yıllık cumhuriyet modernleşmesi, 70 yıllık çok partili demokrasi macerasının sonuna mı geldik?"

Metninde Batı’da yaşadığı anlaşılan bir başka yazar iktidara oy verenleri “cahilliği ile övünen, itaatin en önemli ölçü olduğunu düşünen, insani değerleri olmayan topluluk” olarak niteledikten sonra bir kurgu ile bir sandıktan çıkan iki “muhalif oy sahibi” ile ilgili şunları söylüyor: ”Muhtemelen tayinle gelen bir öğretmen ve bir doktorun seçim gecesi herkesten gizlenerek ikişer bira içtikleri ve sessizleştikleri o anı düşünüyorum. (…) Cumhuriyet projesinin, aydınlanma hedefinin artık bir başına kalmış yalnız ve güzel insanları.”

Seçim süresince içinde yaşadıkları toplumun sosyolojisine yabancı bu yaban insanlar üretilmiş kamuoyu araştırmalarının rakamları ile iktidarlarını ilan ettiler. Bu konuda hep yazıldı ve söylenecek her şey söylendi. Bu meselede söylenecek son söz vatan sevgisi ve manevi değerlerinin korunması için kuru ekmeği tercih eden insanlar tercihlerini kendileri gibi düşünenlerden yana yaptı. Sosyoloji, matematiği nakavt etti.

Tanzimat’tan itibaren yukarıdaki soruları temcit pilavı niyetine önümüze servis edenler biraz düşünmeli artık. Türkiye Müslümanlarının, muhafazakâr, dindar ve sağcılarının önemli bir kısmının demokrasi, cumhuriyet ve çok partili siyasi hayat tercihleri ile kavgaları yok. Hatta cumhuriyet ve çok partili hayata müdahale hep Batıcı aydınların ve Türkiye Batılılaşmasının öncü kadroları kabul edilen askerlerden gelmiş; askeri müdahaleler neticesinde seçim kaybedenler iktidar veya iktidar ortağı olmuşlardır. Hatta seçimle işbaşına gelenleri idam edenlerin arkasında adresleri herkesçe malum Batıcı okuryazarlar ve muhalefette kalmaya hükümlü siyaset çevreleri vardır.

Doktor ve öğretmenin “bira muhabbeti” ile verilmek istenen, Anadolu insanını “cehalet kapanına” kapatma ve “alkolde hayat arayanları cezalandıracaklarına” birilerini inandırma çabasıdır. Oysa bu toprağın insanları sarhoşları hep “korunması gereken varlıklar”  olarak görür, çünkü sarhoşun akıl melekesi yerinde olmadığından yapıp ettiklerinden sorumlu değildir. Alkol bahsi başka bir “aydın insan (!)” vasfı olarak ele alınmaya değer bir mesele. Mesela Batı ülkelerinde halka açık ve çocukların bulunma ihtimali olan alanlarda aleni alkol servisi yasaktır. Park ve bahçe girişlerinde alkollü içeceklerin tüketilmesinin yasak olduğuna dair panolar asılıdır. “Gizli bira içme” seremonisine inananlar meraklarını gidermek için hafta sonu sayılan günlerin birinde Sarayburnu, Maltepe, Bostancı ve Kadıköy sahillerini dolaşabilir.  Çocukları ile piknik yapan ailelerin civarında saygı kurallarının hiçbirine uymayan o “modernlerin (!)” yapıp ettiklerini gözlemleme imkânı bulur.  Ve alkolün bir modernleşme ve aydınlanma göstergesi olmadığına tanıklık ederler.

Artık akl-ı selîm ile ülkemiz gerçeklerine yoğunlaşmak zorundayız. Anlamayanlar için: “hiçbir aydın, birlikte yaşadığı toplumun hiçbir ferdine bu kadar yabancı olmamalı ve ülkesi insanının değer yargılarına saygısızlık etmemelidir. İlericilik-gericilik kelimeleri ile yapılan gevezelik bir medeni insan ölçüsü değildir; çünkü Türkiye solu üretimin bağımsız girişimciler eliyle gelişmesinden yana değildir, devlet eliyle yukardan aşağı kurgulanan otoriter-devletçi bir anlayışla yapılmasını savunur. Halkı cahil, köylü ve yönetilmesi gereken sürü olarak görür. Son seçimden sonra “Büyükşehirlerde yaşayanlar demokrasiden ve değişimden yana oy kullandı.” benzeri gevezeliklerin alt metni paragrafta yazılanlardan başka bir anlama gelmez.

Türkiye farklı düşünce mensuplarının bir arada huzur içinde yaşamasını, demokrasisinin gelişmesini ve sanayileşmesini, dindar-muhafazakâr ve milliyetçi-sağcı siyasete borçludur. 1970’ten itibaren kendilerini İslamcı olarak tarif eden Müslümanlar da bu çevre içinde var olmuştur. Müslümanlar, Medine’ye hicretten itibaren dünyayı değiştirmeye, dönüştürmeye ve farklılaştırmaya açık adaletli, insanların temel haklarına saygılı, birlikte yaşamaya ve paylaşmaya müsait bir anlayışa sahipler. Medine Sözleşmesi, Selçuklu, Osmanlı ve Endülüs tecrübeleri bu yaşama tarzının örnekleri olarak tarihe not edilmiştir.

Batı muhibbi aydınlar, değişimciler, baharı bekleyenler ve kendilerini muhalif olarak tarif edenler; halkımızın demokratik bir ortamda yaşama ve bağımsız oy kullanma haklarına, iradeleriyle nasıl bir yönetimle yönetilecekleri tercihlerine genetik kodları gereği saygı göstermezler. Onlara göre bu ülke insanlarıyla demokrasinin kurumsallaşması da imkânsızdır hatta kendilerinden başka kimse demokrat olamaz ve demokrasiyi uygulayamaz. İstanbul, Ankara ve Antalya Büyükşehir belediye yönetimlerini uzaylılardan mı devraldılar? Akl-ı selîm ile geleceğe bakma vaktidir.