Devletin “asli” ve önemli vazifelerinden biri de Müslümanların “dini” ihtiyacını gidermektir.
Devlet tarafından bu ihtiyacın “giderilmesine” ve de “zinde” tutulmasına, İslam hukukunda “Şeair-i İslamiye” denir. Devlet bu vazifeyi “deruhte” etmediği zaman, “merdiven altı” diyebileceğimiz bazı “müesseselerin” bu işi “üstlenmesi” kaçınılmazdır. Devletin “kontrolü” dışında gelişen bu oluşumlar, “paralel” yapıları “netice” vermektedir.
Burada kastedilen şey, “cemaat” değildir. Elbette müminlerin “cemaati” olur. Mesela her “caminin” bir “cemaati” vardır. Hiçbir cami cemaati, kendisini umum ümmetten “ayrı” tutarak; “alt” veya “üst” “kimlik” edinmez. Belki her cami “cemaati” gibi, ezandaki daveti “esas” alır ve diğer Müslüman kardeşleriyle birlikte, aynı kıbleye “müteveccih” olarak; “kıyam”, “rüku” ve “secde” yapar. Zaten cemaat; “tefrikaya” düşmemiş “topluluk” anlamına gelmektedir. Cemaat; birlik ve beraberliklerini muhafaza eden, “müttefik” ve “mütesanid” insanlardır.
Mamafih, müminlerin tek bir cemaati vardır. O da Muhammed-i Arabi (a.s.m) tarafından, 1444 sene evvel kurulmuş “muazzam” cemaattir. Evet, biz Kâlû Belâ’dan bu yana bu Cem’iyyet-i Muhammedî’ye dâhiliz. Toplanma merkezlerimiz câmiler, mescidler, Ka’be-i Muazzama ve Cebel-i Arafat’tır. Câmi ve mescidlerimizde bütün mümin kardeşlerimizle sabah, öğlen, ikindi, akşam ve yatsı namazlarında günde beş defa; cuma namazlarında haftada bir; ve bayram namazlarında yılda ikişer defa omuz omuza ibadet ederiz. Senede bir defa da mümin kardeşler olarak Ka’be-i Muazzama’da umumi kongremizi yapar, Cebel-i Arafat’ta vakfeye dururuz.
Burada “kastettiğimiz” ve “tehlikeli” diye “tasnif” ettiğimiz husus, “Cemaatçilik” adı altında oluşan “yapılanmalardır”. Günümüzde “cemaatçilik” “örgütçülük” haline gelmiştir. 15 Temmuz darbe girişimi, bunun en “bariz” delilidir. Burada sıkıntılı olan husus, bir adama “bağlanmak”, onu da mutlak bir surette “taklit” etmektir. Bunun sebebi de o adamın şahsına “kutsiyet” vermekten geçmektedir. “Kutuptur, gavstır, böyle bir makamdadır…” diyerek onun “yanında” olmaktır. Böyle olduğunu “var” sayarak o şahsın etrafında toplanan ümmet, gittikçe bölünmektedir. O kişi de, bu vesileyle güç elde ettiği için neticede paralel bir “yapı” ortaya çıkmaktadır. Çünkü ümmet, o şahsa davet ediliyor ve o şahsın etrafında kümeleniyor. Bu işin “son” evresi budur. Bunu kesmek, devletimizin “bekası” için “lazım” ve “elzemdir”.
Konuyu, sadece Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) üzerinden değerlendirmek, “eksik” olur. Çünkü FETÖ bir “sebep” değil “sonuçtur”. Bunu doğuran sebepleri ortadan “kaldırmak” lazımdır. Sivrisineği öldürmekle bu işin “mücadelesi” olmaz ve de eksik kalır. Mücadele, ancak “bataklığı” kurutmakla mümkündür. Bu “handikap” Türkiye’de “cemaatçiliğin” yapısından gelen bir yanlışın neticesidir.
Peki, bununla mücadele etmenin yolu nedir?
Elimizde bir “mucize” vardır. O mucize ise “Kur’an”dır. Kur’an ve onun ilk tefsiri olan Hadis ana dava yapılmayınca, yani doğrudan doğruya Kur'an ve Hadis ders verilmeyince; bu sefer onun yerine, ona vekâlet eden müesseseler çıkmaya başlıyor. Böylece Kur’an ve Hadis dolaylı oluyor. O müesseseler, kendi “mesleklerini” gösteriyorlar. Kur’an’ı ise kendileri için “kullanıyorlar”. Bu da paralel ve neo-paralel yapıları netice veriyor. İşte bu girdaptan kurtulmanın tek yolu, doğrudan doğruya; Kur’an’ın “ders” vermesinden geçiyor.
Eğer Kur’an ve Hadis dersi verilirse, diğer dersler bu hakikat karşısında; kar tanesi gibi erir. Kur’an’a bakınca “Demek bu ders, Kur’an’ın dersidir…” diyerek; “üstadının”, “hocasının”, “şeyhinin” anlattığı dersin, Kur’an’dan alındığını “anlayacak” ve nazarını doğrudan doğruya mehazdaki “kutsiyete” çevirecektir. Böyle olunca “ayna” gibi Kur’an “görünecek” ve o kişi ümmetten “ayrışmayacak”. Kur’an ana dava olunca, “Sen bu mesleği nereden alıyorsun?” diyecek ve onu “görmeye” çalışacak. Demek Kur’an’ı göstermek “esas” olunca “taklidin” önü kapanır. O zaman bütün “fitne” kendi kendine hallolur.
Devletin bugünkü “konjonktürde” cemaatleri ve medreseleri “denetlemesi”, “mümkün” olmayabilir. Lakin bir malın müşterisi olmazsa satılmaz. Bu nedenle devletin kendi kurumları olan “ilahiyat fakültelerinde”, “imam hatip liselerinde” ve “Kur’an kurslarında” doğrudan doğruya Kur’an ve Hadis dersi vermesi mümkündür. Böylelikle, halk bilinçlendirilerek; bu şekilde “arz” ve “talep” oluşturulur. Akabinde ise, devlet tarafından oluşturulan “kamuoyuyla”, bütün cemaatlere doğrudan doğruya Kur’an ve Hadisi ders vermeleri için, “telkin” ve “teşvik” yapılabilir.
Dikkat edildiğinde, yakın zamanda, Irak (Saddam Hüseyin’in “devrilmesi” olayında), Mısır, Pakistan ve Libya’da, son olarak da ülkemizde FETÖ yapılanması kullanılarak, yapılan “darbe” girişiminde bulunulmuştur. Merkezinde “şahıs” olan, Kur’an ve Hadisten “uzak” “sufizm” hareketi, bütün devletler için “tehlike” arz etmektedir. Zaten dünya çapında ekser cemaat rüesasının “başı” konumunda bulunan ve şu anda Amerika’da yaşayan ve her ay mutat olarak Beyaz Saray’da Amerikalı yetkililerle toplantı yapan, Muhammed Hişam Kabbani “Eğer Amerika işgal ettiği topraklarda, başarıya ulaşmak istiyorsa, sufilerle çalışmalıdır…” şeklindeki sözü, bu husustaki “tezimi” ispat eder niteliktedir.
İşgalin “kilidi” Hişam Kabbani!
Murat Çetin
Yorumlar
Trend Haberler
2014'te En İyi 100 Türk Filmi oylamasında ilk dörde giren bu filmlerden hangisi birinci olmuştur?
Herkes Abdullah Gül'ün 29 Ekim paylaşımındaki detaya takıldı
MasterChef Beyza'nın son durumu! Yüzü yanmıştı
Tutuklanan Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer'in ifadesi!
Emekli ve memurun zam oranı belli oldu! 4 Kasım 2024
Kadın boksörün erkek olduğu belgelendi!
Sinvar’ın otopsi raporunda dikkat çeken detay: 72 saat hiçbir şey yememiş
MHK Başkanı açıkladı: Arda Kardeşler kararı!
Jose Mourinho'dan Trabzonspor maçı sonrası flaş sözler! ''Anlatsalar Fenerbahçe'ye gelmezdim''
Milyoner'de terleten soru! Mimar Sinan'ın eseri değildir?