“Yüzyılın en büyüğü” diye nitelenebilecek denli büyüklükteki korkunç bir yolsuzluk iddiası sonrasında varılan nokta gerçekten ürkütücü…
Eldeki veriler, gizli-açık tanıklar bu iddiaların önemli ölçüde doğru olduğunu gösteriyor.
Nitekim bu yüzden mahkeme tutukluluk hâline karar verdi.
İddiaların hangi oranda doğru olduğu da bu muhakeme sonunda belli olacak…
Hâl böyleyken, 28 Şubat sürecinde, Refah Partisi’nin ve hatta AK Parti’nin kapanma davalarında, “neden mahkemeden korkuyorsunuz?” diye muhataplarına “adliyeyi” adres gösterenler, bir anda savcıları, hâkimleri ve hukuki delilleri yerden yere vurur duruma geldiler ve dahası; İngilizlere, Almanlara, Fransızlara şikâyet ettiler.
Bunların hiçbiri kesmemiş olacak ki önce sokakları adres gösterdiler, ardından belirli markaları hedef tahtasına koyarak boykot çağrısında bulundular ve son olarak da tüm Türkiye’de, açık bir şekilde ticaret kanununu ihlal ederek suç işleme pahasına genel boykota gittiler.
Bütün bu olup bitenin, birtakım marjinal unsurlar dışında, halk nezdinde bir karşılığı olmadı.
Hele Türkiye ekonomisini açıkça hedef alan genel boykot tamamen ters tepti ve o gün her şey ikiye katlandı.
İşte bu boykot sürecinde başka bir veçhesine tanık olduk eylem çağrısında bulunanların…
Aslında ve kelimenin tam manasıyla “zır cahil” oldukları hâlde kendilerini ‘çokbilmiş’, ‘kültürlü’, ‘şehirli’ ve hatta ‘beyaz Türk’ sayan bu kitlenin taktığı aldatıcı maske düştü ve arkasından vahşi bir canavarı andıran ‘faşist’ yüzleri çıktı…
Öyle bir faşist yaklaşım sergilediler ki Hitler ve Mussolini dirilse bunların yanında, zemzemle yıkanmış kadar masum kalırdı.
CHP eski genel başkanı Kılıçdaroğlu’nun bile, çaldığını ihsas ettirdiği bir komprador burjuvayı savunmak için, her türlü insan hakkını ihlal eden, ülkenin ve toplumun güvenliğine ve ekonomisine kasteden bir topluluk çıktı karşımıza…
Düşünün, hırsız olduğu iddiasıyla tutuklu bulunan şahsı savunmadı diye insanlar hedef gösterildi.
Dikkat buyurun, aksini iddia ettikleri için değil, malum konuda hiçbir şey söylemedikleri için insanlar, özellikle de sanatçılar hedef gösterildi.
Hem de nasıl bir hedef gösterme!..
Ellerine geçirseler bir kaşık suda boğacak cinsten bir nefret ve saldırganlıkla…
“Faşizm konuşma yasağı değil, söyleme mecburiyetidir” der Roland Barthes…
Bu çok haklı tespit sanki Türkiye’deki bu güruh için bugün söylenmiş gibi taptaze duruyor.
Bu o kadar böyle ki faşizm, ete kemiğe bürünse karşı karşıya kaldığımız bu insaniyet düşmanı topluluğun şahsında mücessemleşir…
Böylesine korkunç, böylesine dehşet verici…
Peki, bu neden böyle dersiniz?
Birinci sebebi şudur…
Birçok yazımızda da ısrarla vurguladığımız gibi bu güruh, kendilerinde ‘suç işleme imtiyazı’ görüyor.
Bunun tetikleyici nedeni de memleketi babalarının çiftliği gibi görmeleri, kendilerini asıl, kalan herkesi parya addetmeleridir.
Bu yüzden, kendileri için, suç kapsamında da olsa her türlü hakareti ve saldırıyı müktesep hak sayıyorlar…
Bu yüzden, şahısların olduğu kadar tüm toplumun ekmeğiyle oynamaktan, ülke ekonomisinin batması için çabalamaktan zerre kadar çekinmiyorlar.
Bu yüzden, bütün bir ülkeyi kaosa sürüklemekten imtina etmiyorlar…
Türkiye, dünyadaki ekonomik, siyasal ve stratejik gelişmelere paralel bir biçimde ciddi anlamda ehemmiyet arz eden bir süreçten geçiyor.
Bu husus çok önceden öngörüldüğü için memleketin en hassas ve bıçak sırtıkonularında bile önemli kararlar alındı ve tatbik edildi.
İç cepheyi tahkim maksatlı bu kararlar, bahsini ettiğimiz bu süreci hasarsız atlatma ve hatta avantajlı bir duruma geçmek içindi elbette. Dolayısıyla Türkiye’nin, başta İsrail olmak üzere hasım sayılabilecek bazı ülkelerle büyük sorunlar yaşaması ihtimal dâhilinde…
İşte tam bu noktada bir kuşku hâsıl oluyor…
Açık söylemek gerekirse, Allah'ın lütfu keremiyle gâvurla bir şekilde baş ederiz deiçerideki hainlerle ve işbirlikçilerle ne yaparız, onu bilemiyorum doğrusu.
Zira sanılanın aksine, yazı münderecatında da işaret olunduğu üzere, asıl tahdit ve tehlike dâhilde…