Kendi ellerimizle sonumuzu hazırlıyoruz.
Toplumumuz temelinden sarsılıyor.
En güvendiğimiz ‘aile’ mefhumu yozlaştırılıyor.
Halkımıza, erdemlerimize, toplumsal hafızamıza ve köklü kültürümüze olan inancımız zayıflıyor.
Anadolu irfanı ile alay ediliyor.
Bu durum ülkenin beka meselesidir.
Çok ağır gündemlerle mücadele ederken yavaş yavaş ve sinsice yayılan tehdide karşı geç kalıyoruz. İstila edilmek üzereyiz.
Bu ülke ki onca büyük tehlikeleri bertaraf etti! Şimdi birkaç medya karikatürüne mi teslim olacak? Birkaç medya patronunu memnun etmek için ülkemizin geleceğini yok sayamayız.
Ne mi oluyor? Hemen açalım.
GÜNDÜZ KUŞAĞI YAYINLARI VE YOZLAŞMA
Türk televizyonlarında pek çok özel kanalın her gün bir doz halkı zehirlediği bir atmosferin içindeyiz.
Sabah ve öğleden sonra yayınlanan “kadın programları” ismiyle bilinen ama toplumun her kesiminin izlediği ve reyting rekorları kıran “gündüz kuşağı” programlarından bahsediyorum.
Geçtiğimiz gün ekrana taşınan olay, sosyal medyada infial oluşturdu. Ekrandan izlemeyen de sosyal medyadan haberdar oldu. Yani duymayan kalmadı.
Yine aile içi çarpık bir ilişki gündem oldu. Engelli bir genç kızın TV kanalına başvurmasıyla olaylar ekranda anlatıldı. Olay o kadar çirkin ki sayfama taşıyarak bu mecrayı da kirletmek istemiyorum.
Bu yayın sonrası RTÜK inceleme başlatacağını açıkladı. Açıklamada, "Yayıncı kuruluşlarımızın, özellikle aile yapısı, çocukların korunması ve toplumsal değerler konusunda daha hassas ve sorumlu davranmaları gerektiğini, bu tür programlarla ilgili almış olduğumuz 'İlke Kararları'nı bir kez daha önemle hatırlatırız." ifadelerine yer verildi.
GÜNDÜZ KUŞAĞI YAYINLAR AYNA NÖRONLARI MAHVEDİYOR
Aldatma hikâyeleri, aile içi çarpık ilişkiler, şiddet, tecavüz ve cinayet çözümlemeleri…
Hiç kimse izlediğini kabul etmiyor ama reytingler de hiç düşmüyor!
İnsanların merak duygusu körükleniyor ve hanelerin en mahrem konuları ekranlarda irdeleniyor.
Her gün bu yayınlara maruz kalan fertlerin psikolojilerinde bakınız nasıl bir etki oluşuyor?
Bu yayınlar öncelikle ayna nöronları mahvediyor. Hastalıklı zihinler tetikleniyor ve aynısını veya gördüğü şeyin benzerini yapmak için harekete geçiyor.
Kiminle vakit geçiriyorsak biz de ona dönüşüyoruz. Bu yayınların toplumun yozlaşmasındaki etkisi çok büyük ve tartışılmaz. Kötü örnek göstererek kötülükten uzak tutma yöntemi yanlıştır. Kötü ancak kötüyü çağırır.
Toplumun gelişimini, huzurunu, mental ve ruhsal sağlığını aşağı çeken bu yayınlar, toplumun geneline dönük inancımızı da olumsuz yönde dönüştürüyor. Fark etmeden hepimiz aynı şeyi düşünmeye başlıyoruz. “Ahlaksızlık çok yayıldı ve herkes çok ahlaksız.” gibi bir algı oluşuyor.
Toplumun tamamı böyleymiş gibi bir düşünce biçimi gelişiyor. Halkımızın ahlak yapısı ve erdemlerine olan inancımız kırılıyor.
Anadolu halkının temizliği ve saflığı zan altında kalıyor. Kolektif hafızamız darbe görüyor. Bu ise telafisi çok zor olacak bir kayıp.
KÖTÜLÜĞÜ YAYMAMAK ERDEMİNİ UNUTTUK
Anadolu’da temel bir öğretidir; kötülük anlatılmaz ve yayılmaz. Bu demek değildir ki kötülüğü yapan kişi cezasız kalacak… ‘Kötü kişi’ en şedit biçimde cezalandırılır ve fakat toplum içinde hikâyesi dilden dile aktarılmaz. Aktaran kişi de hoş görülmez.
Bakınız, bu ahlakı en vurucu şekilde aktaran bir hikâye vardır. Onu yazıma dâhil etmek isterim.
Bedevinin birisi sıcak bir yaz günü devesinin üzerinde ıssız çöllerde yolculuk yapar. Yorgunluğu atmak için devesini kenara çekip dinlenmek ister. Biraz sonra uzaklardan kendisine doğru yürüyen bir adamı görür. Adamın hâli perişandır, ayakta duracak dermanı da yoktur. Adam hâlsiz ve güçsüz bir şekilde yaklaşır ve bedeviye “Ne olur biraz su. Uzun süredir yoldayım ve çok susadım.” diyerek serzenişte bulunur. Bedevi, adamın hâline bakar, acır ve merhamet eder. Bedevi hemen su kabını alıp o adama uzatır. Adam suyu kana kana içer, gözleri açılır, âdeta kendine gelir. Birkaç dakika geçmemiştir ki o yorgun adam beklenmedik bir hareketle bedeviye bir yumruk atar ve yere düşürür. Sonra da devenin üzerine atlayıp kaçmaya başlar. Bedevi neye uğradığını şaşırır. İyilik yaptığı adamdan kötülük görmüştür. Şaşkın bir vaziyette donup kalır. Ne yapacağını bilemeden yerden kalkıp hırsızın peşinden koşmaya başlar. Fakat hırsız deveyi koşturur ve uzaklaşır. Çaresiz kalan bedeviyse olanca gücüyle sesini duyurmaya çalışır. Ve der ki; “Ey hırsız, tamam!.. Deveyi al git ama sakın bu olayı kimselere anlatma.” Bu sözleri duyan hırsız duraksar ve “Niçin kimseye anlatmayayım?” diye sorar. Bedevi ibretlik bir cevap verir; “Eğer sen bu hadiseyi insanlara anlatırsan, bu yaptığın yanlış hareket her yere yayılır. İnsanlarda iyilik yapma, yardım etme duyguları körelir. O zaman insanlar bir daha çölde ve yolda kalmış kimselere yardım etmek istemezler. Issız çöllerde yolculuk yapan, susuzluktan kıvranan bir yolcu görseler hiç ilgilenmezler. O yüzden kimseye anlatma.”
Hikâyede verilen mesaj sarsıcı ve düşündürücü…
Kadim doğrular, değişmez kanunlardır.
Toplumsal doğrular, çağlar üstüdür.
Kötüyü yaymak, kötülüğü işleyen kadar yanlış ve dehşet bir hatadır.
O nedenle kitlelere bilgiyi, haberleri ve olayları aktaran medyanın hangi konuları, hangi içeriklerle topluma taşıdığı çok önemli ve kritiktir.
“HANİ MARJİNAL BİZDİK?” DİYENLER KİME MESAJ VERİYOR?
Konuyu siyasi malzeme hâline getirenleri de not düşmek elzem.
Ekrana yansıtılan bu saçma sapan tipleri “Anadolu irfanı” diyerek etiketleyen ve bu kötü örneklerin tamamının iktidar yanlısı olduğunu ima edip ortaya konan çirkin yaşantılara yönelik de “Hani marjinal bizdik?” diye manşet atarak particilik yapanları da kınıyorum. Fırsatçılık yaparak halkımıza bühtan atacaklarına keşke derde deva olmaya çalışsalar!
MEDYA POLİTİKALARIMIZI GÜNCELLEMELİYİZ
Şu sorular önemli; Türkiye’de medya halka ne sunuyor?
Sunduklarıyla halkı aşağı mı çekiyor, seviyeyi yükseltiyor mu?
Bu soruların cevabını okuyucularım çok iyi biliyor.
Bakınız, Avrupa basınında ve TV kanallarında bu denli seviyesiz yayınlar ve kadın cinayetleri göremezsiniz. Çarpık ilişkiler Avrupa’da yok mu veya kadın cinayetleri işlenmiyor mu? Türkiye’den çok daha fazla kötü örnek var Avrupa’da. Fakat yayın politikası olarak bu örnekleri öne çıkarmıyorlar. Hem ülkelerinin imajını daha iyi tanzim edip hem de toplumu yozlaşmaktan korumaya çalışıyorlar. Çünkü aile mefhumu her devlet için önem arz eder.
Bir diğer tezadı ifade etmek isterim. Televizyon kanallarından savunma isteseniz bu programların çok izlendiğini, halkın tercih ettiğini ve o nedenle kaldırmak istemediklerini ifade ederler. İşte tam da bu nedenle kaldırılmalı. Çünkü çok fazla izleniyor ve reyting rekorları kırıyorlar. Her gün bir “kötü hikâye” gündem oluyor. Bu kadar kötülüğü toplum bünyemiz hazmedemez.
Toplumu bu şekilde zehirleyemeyiz. Topluma “iyi ve güzele dair her şeyi” en cazip şekilde sunacak program formatları üretilmeli ve bu kötü gidişe bir son verilmeli.
‘Aile Yılı’nda yapılacak en güzel iş; aileyi, toplum değerlerini, erdemleri zehirleyen bu gidişatı durdurmak ve süreci kaliteli yayınlarla tersine çevirmek olacaktır