Irkçı Nazi zulmünden doğan ırkçı-siyonist Orta Doğu’nun malum terörist devleti, önce Roma’nın sonra Roma’yı mağlup eden Nazi Almanya’sı soykırımının travmatik arka planına bakmak; bizi yeni verilere yönlendirirken malum travmalara/ruhi yıkımlara maruz kalanların, intikam alma hissiyle körelmiş insani vasıflarından ötürü dünyayı ve insanlığı nasıl bir çöküşe götürdüğünü de ortaya koyuyor. İsrail’i yöneten hastalıklı kabine üyeleri “rehinelerinin olduğu muhtemel yerleri bombalayarak” Siyonist olmayan Yahudilerden de intikam alıyor sanki.

Bu tespitle siyonist İsrail kabinesinin başındaki Netanyahu, 1976 Entebbe Baskını’nda kaybettiği kardeşinden dolayı yaşadığı/maruz kaldığı travmadan/geçirdiği ruh sarsıntısından kurtulamadığı için; olayın şokunun zihin dünyasında oluşturduğu sarsıntı ile şuur altına yerleşen intikam hissiyle 20. ve 21. yüzyılın naklen yayınlanan soykırımlarının faili oldu.

Tarihleri boyunca büyük sürgün ve zulümlere maruz kalan Yahudilerin yaşadıkları kişisel travmalar ve özellikle farklı tarihlerde Avrupa’da yaşadıkları olumsuzluklar, varlıklara el koyulması, ikinci sınıf insan olarak tanımlanmaları ve bugün kendilerini destekleyenlerin soykırımına maruz kalmaları gibi vakalar; tarihe mal olan durumlar üzerine derinlemesine düşünmeyi gerektirir. Ancak siyonistlerin soydaşlarına tarih boyunca kol kanat geren ve birlikte yaşayan Yahudilerin yazdıklarını da göz ardı ederek Müslümanlara soykırım uygulaması, bu insani/vicdani düşünme refleksinin gelişmesine imkân tanımıyor.

İsrail’in siyonist başbakanı Netanyahu'nun siyasi kariyeri ve onu soykırım uygulamalarıyla çağın Nazi lideri Hitler’le akraba kılan politikalarının, kişisel travmalarla ilişkisine yakından bakmamız gerekiyor. 1976 yılında Uganda'nın Entebbe kentinde uçak kaçırma olayında rehineleri kurtarmak üzere yapılan operasyon, bir kurtarma operasyonu olarak tarihe geçmedi. Bu operasyon daha ziyade Netanyahu'nun gençlik günlerine tekabül eden, hayatında da derin ve telafisi imkânsız kırılmalar/izler bırakan bir olaydır. Operasyon sırasında keskin nişancı tarafından vurularak kaybettiği ağabeyi Yonatan, Netanyahu'nun hayatını belirleyen önemli dönüm noktalarından biri oldu ve travmanın etkileri onun kariyerinde, siyasi hayatını belirlemede ve liderlik tarzında yol gösterici oldu.

Hatta belki de kardeşinin ölümü, zihninde bir intikam hissinin oluşmasına ve öldürülme korkusuyla sürekli arkasını kollamasına, kimseye güvenmemesine sebep oldu. İntikam duygusu, zamanla kişisel bir kayıptan dolayı değil; daha ötesine geçerek siyonist ulusal kimlik meselesine dönüştü. Netanyahu'nun, geçmişte yaşadığı travmanın izleri, aldığı kararlarda, uygulamalarda ve güvenlik politikalarında; özellikle de Filistinliler ile Orta Doğu topluluklarına yönelik sert tutumunda kendini gösteriyor. Uluslararası toplum karşı çıktıkça ve uygulamalarını onaylamadıkça daha da hırçınlaşmakta ve yaşadığı travmalardan kaynaklanan kararları radikal bir boyut kazanmaktadır. Ameliyattan bir gün sonra toplantılara katılması da bu güvensiz, hastalıklı tutumunu açıkça göstermektedir.

Netanyahu'nun intikam hırsı ve geçmişte yaşadığı travmalarının bugünkü uygulamalarıyla örtüştüğünü gözlemlemek için psikolog veya psikiyatrist olmak gerekmiyor. Yaklaşık 50 bin civarında insanı katlederek soykırımdan yargılanan Netanyahu’nun kişisel acılarının, maruz kaldığı ruhi sarsıntı ve ruhi yıkımlarının uluslararası politikaların şekillenmesinde önemli bir rol oynadığı ve bunların sonucunda da tüm insanlığı olumsuz etkileyerek dünya için güvenlik sorunu hâline geldiği kabul edilmelidir.

“İsrail’in güvenliği” iddiası, mazlumları yok eden ve kendileri dışındaki insanlara hak tanımayan bir anlayışa evrildi. ABD destekli bu güç, modern dünyada adalet ve insan haklarının önüne geçmiş durumda. Bunun sonucu olarak insanlık değerleri ağır yaralar almaya ve insani ortak değerlere olan inanç kaybolmaya başladı. İsrail’in "güvenlik politikaları" adı altında ABD ve Avrupalılarla yürüttüğü uygulamalar, temel insan haklarını ve uluslararası hukukun dayanaklarını ortadan kaldırarak “güvenlik adına” bütün dünyada güvenliği tehdit etmektedir. Bu politikalar, Filistin halkına yönelik sistematik ayrımcılık, yerleşimci işgallerini, sürekli bombalamayı ve zorla yerinden etme gibi ırkçı uygulamaları meşrulaştırmıyor ve meşrulaştırmayacak. İsrail'in bu tutumu, Birleşmiş Milletler'in (BM) aldığı sayısız karara rağmen ABD kontrolünde devam etmekte ve uluslararası toplumun büyük bir kısmının tepkisine rağmen somut bir yaptırımla karşılaşmamaktadır.

Bu durumun sürdürülebilir olmasının en büyük sebebi, İsrail’in arkasındaki ABD’nin askerî ve ekonomik gücüdür; bu bilinirlik insanların adı geçen ülkenin dünyaya yönelik iddia ve söylemlerini de itibarsız kılmaktadır. Batı’nın insanlığa vaatleri konusunda söylediklerinin yalan ve oyalama olduğu artık bütün çıplaklığı ile ortadadır. ABD’nin politik, ekonomik ve askerî desteği, İsrail’in uluslararası hukuku çiğnemesine, soykırım yapmasına ve soykırıma rağmen herhangi bir yaptırımla karşılaşmamasına imkân tanıyor. BM’nin kınama kararları ve insan hakları ihlalleri raporları, ABD’nin vetosuyla geçersiz kılındıkça devlet terörü hüküm süreceğe benziyor.

Silahsız Filistin halkını ABD askerî gücü ile tehdit ve boyunduruk altında tutan siyonist devletin “güvenlik gerekçesi” ile bölgenin tarihî, kültürel ve coğrafi varlıklarını yok etmesi ve bu tahribata dünyanın sessiz kalması da Netanyahu’nun kariyerini belirleyen travmaya benziyor. Holokost ve antisemitik anlayışı meşru gören Batılılar, oluşan travmalarını tedavi etmek için mağdur ettiklerinin yanında durarak ve masumların katledilmesine, soykırıma uğramasına destek vererek “günah çıkarıyorlar”.