Bir ayrımcılık gösterisi olarak Trump’ın yemin töreninden çıkarılması gereken yeni dersler ve sınamalarla karşı karşıyayız. 3,5 milyon Müslüman’ın yaşadığı ABD’de 20 Ocak 2017 tarihindeki yemin töreninde dinî temsilcilerin bir kısmının konuşturulması ve listede bir Müslüman’ın da konuşmacı olarak yer almasına rağmen kürsüye çağırılmaması rezil bir anlayışın tezahürüydü. Evanjelist bir temsilci, Yahudi bir haham, Katolik bir papaz ve siyahi başka bir papaza törende yer verilirken; ABD’de yaşayan milyonlarca Müslüman’ın varlığına rağmen bir Müslüman temsilciye yer verilmemesi, ülkedeki dinî çoğulculuğun ve temsiliyetin “bugün de barış günü olsun” söylevini bir yalan olarak anında teyit etti. ABD, toplumdaki farklı inanç gruplarının eşit temsiline hâlâ hazır değil. Yemin töreni bir Evanjelist-siyonist dinî tören seremonisi olarak öne çıktı.
Dünyada kurgulanan algıya göre, Amerika Birleşik Devletleri, farklı etnik ve dinî grupların bir arada yaşadığı, dünyanın farklı demografik ve etnik yapılarına ait kişilerin eşit haklara sahip insanlar olarak kendilerini ifade ettikleri bir ülke diye tarif edilir. 330 milyonu geçkin nüfusuyla ABD; Hristiyan, Yahudi, Müslüman, Budist, Hindu ve daha pek çok inanca mensup insana ev sahipliği yapıyor. 3,5 milyondan fazla Müslüman’ın yaşadığı ABD’de nüfusu ve nüfuzu hızla büyüyen dinî bir topluluk olarak Müslümanlara hâlâ mesafeli durulması önemli bir mesele olarak yeniden değerlendirilmelidir. Müslümanlar, ABD’nin ekonomik, kültürel ve sosyal yapısında artık varlar ve katkı sağlayarak var olmaya devam edecekler. Ancak sayısal varlıklarına ve sağladıkları katkılara rağmen, ABD sisteminin kamusal alanlarda ve politik temsiliyet mekanizmalarında Müslümanlara adil bir şekilde yer vermemesi, sistemin yapısal ve zihinsel anlayışını anlamamıza zemin hazırlamaktadır.
Trump’ın başkanlık yemin töreninde, Evanjelist bir temsilciye yer verilmesi, Trump yönetiminin Evanjelist Hristiyanlar ile olan yakın ilişkisini teyit ederken Yahudi, Katolik ve siyahi birer din temsilcisinin törende konuşma yapması; diğer dinî grupların görmezden gelinmesi ABD’nin çoğulculuk ve eşitlik iddiasını çöpe atmamızı zorunlu kılmıştır. Burada altı çizilmesi gereken hakikat ülkede yaşayan milyonlarca Müslüman’ın temsil edilmemiş olmasının yanı sıra Gazze’de katledilen üçte ikisi kadın ve çocuk olan 50 bin civarında soykırıma maruz kalmış mazlumun görmezden gelinmesi ve Müslüman dünyanın yok sayılmasıdır. ABD’nin yeni dönemi de Müslümanlar açısından huzurlu bir dönem öngörmüyor.
Trump, konuşmasında Gazze’de yaşanan soykırıma değinmezken “Önceliğimiz rehinelerin evlerine dönmesidir.” mealindeki cümlesiyle davetli eski ABD başkanları başta olmak üzere salonda bulunan herkesin söz konusu ifadeleri ayakta alkışlamasını sağladı. Bu sahne ABD kongresinin, soykırım mimarı Netanyahu’yu alkışladığı günü hatırlatarak ABD iradesinin Evanjelist-siyonist korsanlığına tabi olduğunu da ilan etti.
Gazze başta olmak üzere dünyada mazlumların maruz kaldığı soykırım, zulüm, Akdeniz’in mülteci mezarlığına dönüşmesi ve diğer insanlık trajedilerinin törende dile getirilmemesi, Batılı “beyaz aklının” çifte standart bakışının bir sonucuydu. Müslümanları doğrudan ilgilendiren Myanmar’daki Arakan Müslümanlarına yönelik etnik temizlik, Çin’in Uygur Türklerine yönelik baskıcı politikaları ve Orta Doğu’daki siyonist işgal ve yayılmacılığı Trump’ın başkanlık konuşmasında ve diğer konuşmacılar tarafından hiç gündeme getirilmemesi dünyanın nasıl bir körlük ve sağırlığa mahkûm olduğunun göstergesi olarak ilginçti.
Bu tür seçkinci ve ötekileştirici yaklaşımlar, belirli etnik ve dinî toplulukların acılarına ayrıcalık sağlarken bazı dinlere mensup toplulukları da sistematik olarak dışlıyor. Özellikle soykırım gibi bir insanlık suçunun törende görmezden gelinmesi başkan ve kadrosunun tercihlerini netleştirirken; başkan ve kabinesinin “insan hakları savunuculuğu iddialarının” Evanjelist-siyonist ideolojinin politikaları doğrultusunda olacağının mesajını vermiştir. ABD sistemi Irak ve Afganistan işgali, Gazze soykırımı faillerini aynı salonda toplayarak insanlığa karşı suç işlemeye devam edeceklerini bir kez daha dünyaya ilan ettiler. İnsanlar, insanlığın geleceği hususunda yemin töreni seremonisinden önceki günden daha tedirgin ve endişeli olmak zorunda olduklarını net bir biçimde anladılar.
Bu tören ABD iç politikasındaki dinî ve etnik ötekileştirmeyi derinleştirirken ABD’nin uluslararası politik tercihlerini, yönelim ve taraflılığını açıkça ortaya koydu. Bu tören aynı zamanda ABD’nin müttefikleriyle ilişkilerinin sınırlarını Evanjelist-siyonist ideolojik tercihlerle sınırlı tutacağının altını çizdi. ABD bu törenle zaten itibarsız hâle gelen ve inandırıcılığını kaybeden küresel liderlik iddiasını da tartışmaya açtı. Arkaik gelenekten beslenen Evanjelik siyonizmin dünyaya iyilik getirmeye dair bir vaadi ve iddiası kalmamıştır. İnsanlık ailesi, insanlığın geleceği için yeniden “daha iyi bir dünyanın mümkün olabileceğine” inancını yüksek sesle söylemek zorundadır.