Zaman tuhaf, zaman değişik ve zaman da yaratılanlardan. Hem zaman insanın içinde, kendisiyle ve kendisine bağlı. İnsana göre yani. Bunca değişen ve bunca başkalaşan şey belki de zaman değil ya da müsebbibi o değil. Biz değişiyoruz ve belki de onu da değiştiriyoruz.
“Eskiden” diye başlayan neredeyse her cümleye meftun olmam belki de bu yüzden. Bilmem ama bir şeylerin daha az, daha eksik daha yarım, daha renksiz olduğu zamanlar benim için daha güzel zamanlar demek biraz da. Bunca şeyin değişmesi ve bu kadar sahteleşmesi beni de boğuyor. Kusurlu da olsa gerçek olanı görmek istiyor insan. Hani ne bileyim birini özlediğinde fotoğrafına bakmak değil de uzaklarda bile olsa yollara düşüp, gayret edip de onun yüzünü gerçekten görmekten bahsediyorum. Gerçek bir hasretten bahsediyorum mesela. Ayrılıktan ve uzak olmaktan, göremeyip de bir yüzü unutmaktan bahsediyorum. Hayal etmenin gerçek olandan daha sahi olabildiği, insanların birbirlerini görmeden sevdiği ve bunca birbirine yakınlaştıracak -çok da lazımmış gibi- icatların olmadığı zamanlardan yani.
İtiraz hakkın elbette var. Ve her itirazı da kabul ederim. Ama bence böyle. Ne “çok” olursa o kadar da “az” oluyor kanaatimce. Ya da yanılıyorumdur ve ben yanılmaktan da utanmıyorum.
…
Ben mahallede büyümüş bir çocuğum kâri. Hem de öyle küçük bir mahallede değil. İstanbul’un ortasında ve kabalık bir semtin biraz da kenarında kalmış bir mahallede. İki taşın arasına gol atmaya çalışarak, bir başka arkadaşın annesinin sepetle saldığı bir ekmek arasını altı kişiyle paylaşarak, arabalara top çarptığında saklanarak, kavga ederek bazen, ağlayarak ve akşam ezanı okunduğunda istemeyerek de olsa eve koşarak büyüyen bir çocuk…
O zamanlar anlayamıyor insan ama Anadolu’nun küçük bir köyünde biraz da sallan seyip büyüyen çocuklar. Yani öyle çok da el bebek olmayanlar biraz daha şanslı bence. Yani büyük bir şehirde çocuk olmaktan daha gerçek onların çocukluğu. Kimin kim olduğunu, kime nasıl davranılacağını ya da nasıl davranılmayacağını, kim geçerken nasıl durulacağını ve adab-ı muaşereti bilir o çocuklar. Öğrenmezler ama bilirler. Mahallede büyümek de tam olarak değilse de ve bu kadar olmasa da bunun gibi işte. Ve peşinen söyleyeyim; böyle büyümekten çok memnunum. Zira mahallede insan çok şey öğrenir. Daha başka herhangi bir yerde öğrenemeyeceği, anlatmakla anlaşılamayacak ve okumakla kavranamayacak şeyler bunlar. Mesela anneler evdedirler ve öyle de “kısıtlanmış, sınırlanmış, hapsedilmiş” falan değillerdir. Ve çocuklar kapıyı ceplerinde taşıdıkları anahtarlarıyla açmazlar. Zile basarlar, kapıya vururlar ve anneleri açar kapıyı. Olur da evde kimse yoksa muhakkak emanet edilecek, öz kulak olacak bir teyzesi her zaman vardır mahallenin.
…
Bunları biraz da şunun için yazıyorum aslında. Geçenlerde biriyle konuşurken.
– “Bizim çocuk okulda” dedi. Önce anlayamadım. Zira daha iki yaşına yeni girmiş bir çocuk, hatta bir bebekten bahsediyorduk.
– “Nasıl yani?” dedim “ne okulu?”
– “Bizim Hanım” dedi “işe başladı onun için kızı sabah sekizde okula bırakıyoruz.
…
Yorumu size bırakayım ama şunu da ekleyeyim. Küçük kızı için okul dedikleri yere verdikleri ücret hanımının maaş diye aldığı paranın yarısından fazla… Buna mecburlar mı bilmem ve zaruretler memnu şeyleri mübah kılar. Ama eski bir sözü hatırlıyorum; “Haçlılara yenilmedik ama kadını evden çıkmaya ikna ettiler” böyle bir şeydi.
Ama olsun… Kadın çalışıyor ama para kazanıyor.