Bizim mahalle güzel yer kâri. Aslında bizim olsun olmasın mahalle güzel yer. Zira mahallenin bir kültürü, bir geleneği, bir ahlakı ve bir adabı var. Merkezine camiin konduğu, evlerin mahremiyetten menkul birbirinden gerektiği kadar uzak olduğu, sokaktan selamsız geçilmediği, iyilik ederken adam seçilmediği, büyüklere abi, abla; küçüklere kardeş dendiği, balkondan çaya seslenildiği, cenaze olduğunda televizyon izlenmediği, düğünlerde omuz omuza halay çekildiği, asker uğurlanırken helallik istenip harçlık verildiği yer işte mahalle. Yani güzel yer…
Bir de kahvehaneleri vardır mesela bu mahallelerin. Öyle boş zaman eğlemek için, zar atıp, pişpirik oynamak için değil hakikatli bir muhabbet etmek için çayların yudumlandığı kahvehaneler… Hep sözü dinlenir, hürmet edilir, danışılır, güngörmüş, her sözünden nasihat çıkarılacak bir abi de muhakkak olur oralarda. Daha evvel söyledim bizde de var. Her zaman aynı yerine oturur, sağ cebinden çıkardığı kehribar tespihini çeker, demli çayını ağır içer. Dinleyene söyler, söyleyeni dinler.
Geçen günlerden birinde bir de girip baktım ki bir meczup çıkmış gelmiş de bizim abinin iskemlesine oturuvermiş. İlkin şaştım, bir tuhaf geldi bana. Zira bilen oraya oturmaz, bilmeyene de muhakkak söylenirdi. Lakin bu gelip de oturuvermişti işte. Hemen benden sonra iskemlenin sahibi abimiz de geldi. Sorduk gençlere nedir ne değildir diye. “Abi” dediler “Biz bir kenarda otururken gelip de çöküvermiş. Bilemedik. Kimse sormadan, ahaliden müsaade almadan gelip de oturmaz dedik. Ondan rahat davrandık, boşladık. O da gelip oturmuş.”
Önce bekledi abi sonra dedi ki “gençler evvela hata sizde. Siz boşlarsanız elbette böyle olur. Hoş neticede bir iskemledir. Ama oturmanın da adabı var. Gidin de bir söyleyin. Buraya öyle oturacağım demekle oturulmaz” gençler “söyledik abi” dediler “burası benim yerim deyip de duruyor, kalkmıyor. Hatta birkaç diklendi, kem söz de söyledi ama dur bakalım bekleyelim dedik. Laftan sözden anlamıyor hem hak hukuk bilmiyor hem de burnundan kıl aldırmıyor. Benimdir deyip duruyor”
“Bak meczup” dedi “burası benimdir demekle senin olmaz. Evvela kahvehanenin sahibi müsaade edecek. Sonra aha bu gençler bakacak sana, tartacak. Sözü dinlenir, hürmet edilir adamsan “senindir” derler senin olur…” dedi durdu sonra şöyle bir bakındı. Ne hiddetlendi ne söylendi ne de diklendi…
-“Geri geleceğim” dedi ve sağ cebinden çıkardığı kehribar tespihi çekerek yavaş ama vakur çıktı dışarı.
…
Biz de bir şey demedik. Vakti gelsin diye bekledik. Adabımızla bekledik. Ama meczubun yüzündeki anlamaz ve kibirli hale bakınca hatırıma bir kıssa düşüverdi. Hani ormandaki bütün ahaliyi rahatsız eden şu farenin kıssası. Kediden kaçıp da ineğin ardındaki pisliğin içine saklanan sonra yine de dik tuttuğu kuyruğu yüzünden yakalanan farenin kıssası. Celaleddin Rumî’nin anlattığı ve sonunda da şöyle sorduğu kıssa;
“Bunca pislik içindeyken hâlâ kuyruğu dik tutmanın anlamı ne?”