Tarihimizin tozlu sayfaları bir bir aralanıyor.

Yavaş yavaş da olsa üzerimizdeki ölü toprağını atıyoruz.

Türkiye yıllar sonra doğru işler yapmaya başladı.

TRT tarafından yayınlanan “Kudüs Fatihi Selahaddin Eyyubi” dizisinin ilk iki bölümünü izleme fırsatım oldu, doğrusu çok beğendim.

Teknik olarak oyuncu kadrosu ve kalitesiyle, yer mekân tercihleriyle, senaryo diliyle, verilen ince mesajlarıyla, detay diyaloglarıyla etkileyici.

Aceleye getirilmediği belli.

Dizinin yapımcısı Emre Konuk iki yıldır bu projeye hazırlandıklarını, tüm detayları en ince ayrıntısına kadar gözden geçirdiklerini ifade ediyor.

Ancak dizinin tarih danışmanları konusunda bir itirazım olacak. Keşke Türk tarihçilerden de Kudüs ve Selahaddin Eyyubi konusunda uzman olan isimlerle çalışılsaydı.

Daha renkli bir senaryo ortaya çıkabilirdi.

Dizi hayli uzun tutulmuş, sonraki bölümleri de aynı uzunlukta mı olur onu zaman gösterecek.

Ancak zamanlama ve işlenen detaylar muhteşem denecek kadar özel çalışılmış.

Dizinin izleyiciyle buluşma zamanlamasının, Gazze’de yaşanan katliam dönemine denk getirilmesi hayli önemli.

En önemli ayrıntı ise dizinin sonunda akan reklam ve sponsorluklarda.

Kudüs’te yaşanan katliamda küresel birçok marka İsrail’in yanında olduğunu açıkladı. Çocukların katledilmesine destek verdiklerini eylemleriyle ortaya koydular.

Cepheye hamburger servis ederek kanlı kahvelerle bu cinayetlere ortak oldular.

Gıdadan kimyasala, atıştırmalıktan giyime, kişisel bakım ürünlerinden spor ürünlerine kadar uzanan geniş bir ürün ve marka yelpazesine sahipler.

Sorsan hemen hepsi Türkiye’de üretim yaptıklarını ve “yerli” olduklarını iddia ederler.

Yerlilikten anladıkları Türkiye’de üretim için yerel mecralardan aldıkları izin, vergi dairelerine vergi ödemesi yapmaları (vergi ödemelerini de kendi ideolojilerine hizmet eden projelere destek oldukları sosyal sorumluluk projeleriyle mahsuplaşırlar). Bunun haricinde her eylemleri küresel egemenliğe hizmet amaçlıdır.

Bu markalar Türkiye’de en güçlü konuma sahip!

Reklam kuşaklarında onları görürsünüz, sponsorluklarda onları görürsünüz, sosyal sorumluluk projelerinde en önde onlar vardır.

Neyse!

İşte bu güçlü markalar, böyle bir dizide görünmekten imtina ederler.

Türk tüketicisi; Türk medyası, Türk sporu, Türk kültürü,  Türk gençliği bu markaların işgali altındadır. Bu markalar yerli de değildir. Hepsi kutlu amaçlarına, vadedilen ideallerine hizmet ederler.

Türkiye’de milyarlarca lira ciro yaparlar.

Türk tüketicisinin gafletiyle semizleşirler.

Türkiye’nin istikbaline kurşun sıkan/sıkacak ne kadar yapı varsa bunlarla iş tutanlara açıktan veya örtülü olarak destek olurlar.

Türk devletine parmak sallayan, kahpece arkadan hançerleyen, tetikçilik yapan tescilli teröristlere destek verir; özgürlük isterler. Masum insanları katledenleri ise “meşru müdafaa” yalanıyla savunurlar.

Yani!

Bizim kümeste yemlenip başka kümeslere yumurtlarlar.

Gelelim “bizim” markalarımıza!

Reklam ve barter desteği, ‘yetmez ama evet’ denilebilecek düzeyde. Daha fazla olabilir miydi? Elbette mümkün.

Ancak hâlâ zaman istiyor.

Uyanmamız; bize, bizim kol kanat gereceğimizi anlamamız zaman alacak.

Son günlerin taze konusu siyonizmi söylem ve eylemleriyle destekleyen “ikramcı markaların” hiçbirini reklam akışında göremedik, göremeyiz de zaten!

İşte yıllardır söylemeye çalıştığım konu, bu acı gerçek.

Sadece cephede değil, sütre gerisinde de safları belli.

Eğlencede varlar, tüketimde varlar, beyinleri uyuşturmada varlar, inanç karmaşasında varlar…

Konu öz benliğini hatırlamaya gelince yoklar, olamazlar da!

Bu dizilerin yayınlanması, onlar için “yas tutmak”la aynı anlama geliyor!

Bizim eksikliğimiz burada.

Bizim anlı şanlı ulusal markalarımıza ne oldu? Küresel olma yolunda emin adımlarla ilerleyen, büyüyen markalarımız burada neden yer almaz?

Karesi Holding ve İshakol Boya özelinde diğer sponsor (barter bile olsa) markaları tebrik ediyorum. Türk tüketicisinin, bu markaları “tercihleriyle” en iyi şekilde ödüllendirmesi gerekiyor.