Bir devlet yöneticisin yanında yüksek donanımlı, ileri görüşlü, cesur, adil insanlar varsa o devletin başarısız olma ihtimali de o oranda azalmıştır.

En az dönemlerinin kralları, imparatorları, sultanları kadar öne çıkmış büyük bilge şahsiyetler vardır tarihte.

Hem Doğu hem de Batı tarihi, bu şahsiyetleri minnetle hatırlar ve âdeta birer aksiyom hâline gelmiş fikirlerinden hâlâ istifade eder.

İskender’e danışmanlık yapan Aristo, Nero’ya danışmanlık yapan Seneca, Fatih Sultan Mehmet’in hocası Akşemseddin ve daha nice adını sayamayacağımız kadar siyasetnamenin yazarı, değerli şahsiyetlerdir onlar.

Eğer bu şahsiyetler olmasalardı hiç kuşku yok ki tarih başka türlü tecelli edecek ve belki de yaşanan kötülükler, adaletsizlikler katlanarak seyredecekti.

Hırsları törpülenmemiş, güçleri sınırlanmamış devlet adamları, en başta kendilerine ve insanlığa daha nice “kan banyoları” yaşatacaklardı.

II. Abdülhamit’i hedefe koyanlar da ne büyük bir kinin körlüğüne düşmüşlerdi mesela.

O İttihatçılar, şiddetten her zaman büyüleniyorlardı ve daha 1896'dan itibaren "kan şenliği" çağrısı yapıyorlardı: "Evet, öleceğiz, öldüreceğiz, keseceğiz, parçalayacağız, yakıp yıkacağız; kimseden korkumuz yok" sözleriyle.

Yaşını almış, dinginleşmiş bilgelerden yoksun bu duygusal genç kitle, ne yazık ki dediğini hayata geçirebilmiştir.

Lakin bilgelere rağmen yaşananları düşündüğünüzde de tüylerinizin ürpermemesi mümkün değildir.

Gözünü hırs, ün ve ganimet bürümüş Roma valilerine, savaşlardan sonra ünvan alabilmeleri için getirilen “en az beş bin kişinin ölmesi” şartı; ham insanın öldürmeye ne denli meyilli olduğunu gösteriyor.

Öldürmek, vahşet üretmek için sınırsız meşrulaştırma kurnazlığı sergileyebilen ham, barbar insanın sınırlanması ancak iyi, adil ve bilgiyle yoğrulmuş danışmanlar ile mümkün olabilmiştir; olabildiği kadarıyla.

Tarihte hangi vahşet vardır ki failleri tarafından meşrulaştırılmış olmasın.

Bugün Gazze’ye zülüm yağdıranlar eğer yaptığını “dinî” bir referansla meşrulaştıramasaydı ölen her çocukla birlikte vicdanları parçalanmaz mıydı?

Vahşet bu denli “büyülenmiş” bir arzuyla yapılabilir miydi?

Ya da katliamlar danslarla, şölenlerle kutlanabilir miydi?

Adil bir devletin olmazsa olmaz dört tip insanını Hatip el-İskâfî’nin, Tercüme-i Lutfu’t-tedbîr fî Siyâsâti’l-Mülûk (Devlet Yönetiminde İstişare Tedbir ve Tecrübe) isimli kitabından alıntılayalım.