Emr-i Bâri olmayınca sanma bir çöp deprenir
…
Cânım kâri, kimse yaptığıyla kalmıyor. Başıboş bırakılmıyor ve hesap vermeden kalkamıyor bu dünya masasından. Yani kimsenin yanına kalmıyor ve bırakılmıyor yaptıkları. Ve şükür ki öyle. İnsan her ne kadar öyle zannetmese de ve öyle yaşamasa da mutlaka attığı her adımın dahi hesabını veriyor ya da verecek. Hani hep diyoruz ya bizim soramadığımız hesabı soracak, bizim alamadığımız intikamı alacak biri var diye. Evet var ve var olduğunu, hesabı sorduğunu görmek için de öyle çok fazla bir şeye ihtiyaç yok. Akıl olsa kâfi aslında.
Neden ve kimden mi bahsediyorum? Söyleyeyim ama biraz geriden başlayayım istersen. -İstemezsen eğer bu paragrafı geçebilirsin de elbette. Gönül koymam yani.- Bence insanlar ikiye ayrılır kâri. Ne rengine ne şekline ne doğduğu yere ne yaşadığı yere ne parasına ne mevkiine ne de bir başka şeye göre değil, inandığına göre ayrılır. Ve burada “inandığı” derken aslında bir dinden bahsetmeye çalışmıyorum. Ya da en azından tek bir din değil mevzu ettiğim. Ben Hakk’a inanan, insanlığı, merhameti bilen ve vicdanı olanlardan bahsediyorum. Böyle olmayanlar, yani merhameti olmayan, vicdanı körelmiş ve nefretten gayrısını bilmeyenler her dinde var. Ya da en azından kendilerinin o dine mensup olduğunu söylüyorlar. İşte tam da bunun için bahsettiğim herhangi bir din değil. Ve böyle bakınca insanları ikiye ayırmanın daha makul olduğunu düşünüyorum ben. Hak ve batıl… Milletlerde böyle ayrılır, devletler de böyle ayrılır. Bütün ayrım ve ayrılık burada başlar bence bunu ilk söyleyen de ben değilim. Zira bu misal en baştan beri, Hz. Âdem ve oğullarından beri vardı. Bilinen hikâye ve sen de biliyorsun zaten; Habil hakkı seçmişti ve Kabil batılı. Bilmem kaç bin yıl geçti üzerinden lakin çok şey değişmedi. Sonrakiler de aynını yaptı. Kimi Habil’in yolundan gitti kimi Kabil’in yolundan.
Öldürmek, zulmetmek, yok etmek ve dünyayı cehenneme çevirmekten başka bir maksadı olmayan insanlar da milletler de ve devletler de yok mu yani şimdi? Cevabını ben vereyim, var. Ama onların karşısında durup da zulme direnen, mazluma el açan, batıla karşı duran ve öldürmeyi değil yaşatmayı dert eden insanlar, milletler ve devletler de var. Ve muhakkak inanıyorum ve kabul ediyorum ki biz bu ikinci taifedeniz. Tam da bu sebeple devletimizle, milletimizle gurur duymak da hakkımız. Ve duymalıyız.
Şimdi elbette batıla karşı asırlarca her meydanda direnen ecdadın torunları olanlar yani bizler, elbette ve yine zulmün ve zalimin karşısında duracağız ve duruyoruz da. Mazlumun hakkını ve her bir gözyaşının hesabını soracağız ve soruyoruz da zaten. Lakin gücümüzün yetmediği, ulaşamadığımız ve hesabını soramadığımız yerler de var. İşte tam da orada hesap soranların en hayırlısı olan Allah, her bir mazlumun gözünden akan yaşın tek damlasının bile hesabını zalimden soracak ve soruyor.
Lafı nereye mi getiriyorum, aslında belli ama yine de söyleyeyim. Amerika’dan bahsediyorum. Aslında Amerika derken söylediğim bir coğrafi tanım ya da sadece bir devletin ismi de değil. Bir zihniyetin adı olarak yazıyorum bunu. Yani İsrail de Amerika’dır, Myanmar da, zalim olan kim varsa Amerika’dır ve Amerika katildir. Şimdiye kadar batıl yolu seçen, zulmün sancaktarlığını yapan, insanlığı ve insanları öldürmekten gayri bir derdi olmayanların son temsilcisi ve son torunu onlar. Ve son bir asırdır nerede zulüm varsa, nerede ölüm varsa ve nerede kan akıyor, gözyaşı akıyorsa onların eliyle ya da işaretiyle oluyor. Bir asır öncesinin zalimi bayrağı aldığı zalim dedesinden yeni dünyanın zalimi olan torununa bırakıyor. Yani “Ebu Cehil ölmedi, torunları kıtalar dolaşıyor” gerçekten. Zira bu bir zihniyettir hem de hastalıklı bir zihniyet ve dededen toruna miras kalıyor. Şimdi ise o hastalıklı zihniyeti temsil edense diğer küçük kardeşleriyle beraber Amerika. Zulmün olduğu her yerde onların ayak izleri var. Ve bazılarının bunu görmemek için gözlerini kapatıyor olmaları o izleri silmiyor.
Irak, Filistin, Bosna, Suriye, Afganistan, Karabağ, Grozni, daha hangi mazlum coğrafyada zulmedilmişse, anaların ellerinde öldürülmüşse çocukları, babalar katledilmişse çocuklarının gözleri önünde, kadınlar ölmeden öldürülmüşse ve insanlık esfel-i safiline döndürülmüşse bunu yapanların adı başka başka olsa da topyekûn hepsi aynı dedenin torunu, aynı şeytanın tohumu ve aynıdır, cins isimle Amerika’dır. Peki hesabı sorulmayacak, intikamı alınmayacak mıdır? Elbette alınacak. Bizim gücümüzün yetmediği, elimizin değmedi ya da aklımızın ermediği yerde kudret-i ilahi elbette tek bir mazlum çocuğun bile tek damla kanının hesabını soracaktır ve soruyor. İşte görüyoruz. Ne teknolojileri ne silahları ne de başka herhangi bir şeyleri yetmiyor. Afetiyle hesap soruyor Allah ve mazlumların ahı yerde kalmıyor. -elbette masum insanların bu afette zarar görmesinden zevk almıyorum. Her nerede masum bir çocuk ağlıyorsa canım acıyor. Benim dert ettiğim ve esas kavgam zalim olanla. Yoksa hangi dinden, hangi milletten olursa olsun masum ve mazlumları kardeş bilirim-
Adına “Irma” diyorlar ve yüzyılın en büyük kasırgası diye de not düşüyorlar. Doğru belki zira yüzyılın en büyük zalimi de onlar. Ama adı yanlış. Irma değil; Aylan, Ümran, Esma…