Siyonizm, Yahudi halkının ulusal kimlikleriyle bağımsızlıklarını kurma çabalarını tanımlayan bir ideoloji olarak ortaya çıktı. Ancak bu çıkışın görüldüğü kadar masum olduğunu söylemek gereğinden fazla bir safdillik olur. Siyon, Mesih ve arzımevut gerçekliğinden hareketle antisemitik gerekçelerle insanlığın “kendilerine (Yahudi) karşı suçlu görülme”si ve Evanjelist neocon ideoloji mensuplarınca desteklenmesi, ideolojinin evrensel hak ihlalleri için araçsallaştırıldığı hakikatini ortaya çıkarıyor. “Birinci dünya paylaşım savaşı”nın ganimeti olarak Filistin topraklarının İsrailli yerleşimcilere açılması ve “ikinci dünya paylaşım savaşı”ndan sonra siyonist terör milislerin desteklenerek Filistinlilerin köylerinin yakılması, katliamlara göz yumulması ve alınan bir kararla İngiltere’nin bölgeden çıkarken silah ve mühimmatını siyonist çetelere ve Yahudi yerleşimcilere bırakması ile Filistin halkı topraklarından çıkarıldı ve siyonist İsrail kuruldu. İsrail'in kurucuları ve kurulan siyonist İsrail devleti, İngilizlerden devraldığı silah ve mühimmatla önemli avantajlara sahip oldu. Kazandığı güç, siyonizmi bölgedeki en büyük silahlı terör örgütüne dönüştürdü [İngiltere bölgeyi yönetirken bile Yahudi yerleşimcilerinin kurduğu paramiliter terörist gruplara (Haganah, Irgun, Lehi vb.) silah ve mühimmat desteği veriyordu]. İngilizlerden devralınan silahlar, İsrail'in kurulmasında ve Filistin topraklarının işgal edilmesinde siyonistlere büyük bir avantaj sağlamıştır.

1948'de İsrail'in kuruluşu şartının BM tarafından iki devletli bir kuruluşa dayandırıldığını ancak gerekli şartlar ve askerî imkânlar kolonyal güçler eliyle siyonizm lehine kullanıldığı için sorunlar her geçen gün daha da derinleşmiş; işgal ve yerleşim maksadıyla gerçekleşen tek taraflı ve Batı emperyalizmi destekli savaşlar "güvenlik hakkı" iddiası ile dünya kamuoyunun nazarından kaçırılmış; siyonist İsrail'in, Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Doğu Kudüs gibi bölgeleri işgal ederek “yağmacı yerleşimcileri” iskân ettirmesi ile bölgedeki çatışmalar daha da alevlenerek Filistinlilerin mülklerinden çıkarılmalarına yol açmıştır. Bu “yerleşimci yağmacılığın” uluslararası hukuka aykırı olduğu ve Filistinlilerin haklarının ihlal edildiği bilinmesine rağmen terörist devlet uygulama ve eylemleri görmezden gelinmektedir.

Yeniden ABD Başkanı seçilen Donald Trump'ın ilk başkanlık döneminde Kudüs'ün siyonist İsrail'in başkenti olarak tanınmasını ve ABD Büyükelçiliği konutunun Kudüs’e taşınmasını sağladığını, Golan Tepeleri’nin (işgal edilen Suriye toprağı) ilhakını BM kararlarına aykırı olarak tanıdığını hatırlıyoruz. Bu politikaların, Orta Doğu’da kaosu derinleştirdiğini ve Filistinlileri daha sert eylemlere zorladığını da biliyoruz. İsrail'in egemenliğini pekiştiren tek taraflı bu tahriklere rağmen “İsrail’in kendisini savunma hakkı” kutsanmakta ve on binlerce kadın ve çocuğun soykırıma maruz kalması görmezden gelinmektedir. Birkaç yıl önce Trump, yürürlüğe koyduğu politikalar ile İsrail'in işgal ve genişleme çabalarını desteklemiş ve siyonizmin Filistinlilerin topraklarında daha fazla yerleşim kurmalarına imkân tanıyan bir yaklaşım sergilemiştir. Bu durum barış ve adaleti zedeleyen, İsrailli siyonistleri şımartan girişimleri artırmış; barış için ciddi bir engel oluşturmuştur.

Siyonizmin "güvenlik hakkı" argümanı, “İsrail'in kendisini savunma hakkı”na dayandırılan bir algıdan öte bir şey değil artık. ABD her türlü haksızlık, zulüm ve Filistin soykırımının iştirakçisi ve iş birlikçisidir. Donald Trump'ın yeni döneminde de güvenilmez ve ikiyüzlü bir politika ile yoluna devam edeceğini, yeni kabine oluşturma girişimlerinde açıkça gözlemliyoruz. İsrailliler de ABD’nin işgal ve yağmacılığa daha açık destek vereceğine inandıklarını ekranlarda söylemekten kaçınmıyorlar. Yeni başkan ve ekibi, Orta Doğu’da şiddeti ve insani krizleri daha da derinleştirecek gibi.

Siyonist İsrail ve Filistin arasındaki çatışma, İsrail kurulduğundan beri yalnızca iki tarafın meselesi olmaktan çıkmış; uluslararası toplumun meselesi hâline gelmiştir. Bölgenin her noktasına ABD üretimi uçaklarla ABD üretimi bomba bırakan siyonizm, Orta Doğu’da insanların yaşama hakkı, barış ve adaletle muamele görme taleplerinin önündeki en büyük engeldir. Daha önce de söylendiği üzere ABD isterse İsrail’in Yemen, Suriye, İran, Lübnan ve Filistin topraklarındaki zulmü birkaç saat içinde sonlandırılabilir. Çünkü adı geçen hiçbir ülke, bu savaş ve çatışmaların devam etmesi taraftarı değil. İsrail'in işgali sonlandırması ve Filistin halkının özgürleşerek kaderini tayin hakkını kabul etmesi bölgenin tamamının barış ve güvenliğini sağlayacak; daha çok silahlanmaya da ihtiyaç kalmayacaktır. Siyonizm ve neocon Evanjelizm’in Orta Doğu'da sebep olduğu çatışmacı ortam, her geçen gün dünya barışını ve insanlığın vicdanını yaralamakta; soykırımın ve bölgenin mekânsızlaştırılmasına sebep olmaktadır. İnsanlığa yönelik tehdit teşkil eden bu tür çatışmaların artık sadece askerî güç kullanılarak değil; diplomatik ve insani yaklaşımlar benimsenerek çözülebileceği gerçekliği kabul edilmelidir. Batı ve ABD, insanlara ve insanlığa karşı insani tavır takınma sorumluluk ve bilincini yitirmiş; artık insanlık adına söz söyleme ve adil olma iddiasını kaybetmiştir.

Bölgede ve dünyada insanlar ve insanlık için artık temel mesele barış, adalet ve insani hakların korunmasıdır. Orta Doğu’da doğdukları için topraklarında sürgün ve mülteci olan masum kadın ve çocuklara soykırımın yapılmadığı bir dünya kurulmalı artık. ABD ve İsrail’in diğer suç ortakları ile sürdürdüğü tek taraflı katliama, uluslararası hukuk normlarına göre savaş deme imkânı da yok. Bölgede tek taraflı şiddetin son bulması; siyonist İsrail’in Filistin ve diğer Orta Doğu halklarını “insansı varlıklar” değil; insanlık ailesinin birer üyeleri olduklarını ve kendileriyle eşit haklara sahip olduğunu kabul ederek tanıması, Filistin Devleti’nin kurulmasını kabulüyle mümkündür.