KÂBE’DE NE GÖRDÜM?
Allah kabul etsin, ailemle birlikte Umre ibadetimi gerçekleştirdim. Kâbe’ye vardım, Hacerü’l-Esved’e selam verdim, Makam-ı İbrahim’de durdum. Her adımda Resulullah’ın (a.s.m.) gösterdiği edep ve usul çerçevesinde hareket etmeye çalıştım. Ancak gördüğüm manzara, bir Müslüman olarak yüreğime dokundu. Takarrub yani Allah’a yakınlaşmak için yapılan bu ibadet artık bir ibadet olmanın ötesine geçmiş âdeta bir “turistik etkinlik” hâline gelmiş.
TAKARRUB MU, GÖSTERİŞ Mİ?
Kâbe’yi tavaf edenlerin büyük bir kısmı, ellerinde telefonlarla dolanıyor. Bir yandan tavaf ediyor, bir yandan telefonla konuşuyorlar. Hanımına, çocuğuna ya da bir arkadaşına hâl hatır sorarken diğer taraftan tavaf ettiklerini sanıyorlar. Peki ya edep? Peki ya huşu? Telefon ekranına mı bakıyorsunuz yoksa Allah’ın evine mi? Tavafı bitirip hemen ardından sosyal medyaya fotoğraf yükleyenler, “Kâbe’den selamlar” yazıp paylaşım yapanlar… Bu mu takarrub?
Bir Müslüman’ın Allah’a yakınlaşmak için yaptığı ibadeti, toplumda “görünen bir etkinlik” hâline getirmesi ne acıdır.
KÜLTÜREL BİR AKTİVİTEYE DÖNÜŞEN UMRE
Resulullah (a.s.m.) ömründe dört kez Umre yapmıştır. Müekked bir sünnettir, Allah’a yakınlaşmanın en güzel yollarından biridir. Ancak bugün görüyoruz ki Umre artık bir ibadetten ziyade kültürel bir etkinliğe dönüşmüş. Ne yazık ki ibadetin ruhu kaybolmuş, âdeta ritüel bir boşluk içinde şekilsiz hâle bürünmüş.
KARMAŞA VE DİSİPLİNSİZLİK
Kadın ve erkekler iç içe, hiçbir sınır, hiçbir hassasiyet gözetmeden tavaf ediyor. “Haremlik” ve “selamlık” kavramları âdeta unutulmuş. Tavaf esnasında insanlar birbirine omuz atıyor, saygısız bir şekilde öne geçmeye çalışıyor. Huzurun, huşunun hâkim olması gereken yerde bir kargaşa yaşanıyor. Bu durum sadece fiziksel değil, ruhsal bir sıkıntıya da yol açıyor.
Bir başka acı manzara da şu: Gece boyunca tavaf eden bir kişi, sabah namazını kaçırıyor çünkü yorgun. Arkadaş, tavaf, sabah namazını geçmek için bir bahane olabilir mi? İbadetlerin önceliğini unuttuk.
DEVLETLERİN VE İSLAM ÂLEMİNİN SORUMLULUĞU
Bugün İslam dünyasında 65 Müslüman devlet var. Bu devletlerin her biri vatandaşlarını dinî ibadetler hususunda eğitmek, doğru bilgiyle donatmakla yükümlüdür. Vatandaşlar kendi başlarına öğrenemiyor, hata yapıyor. Umre ve Hac gibi ibadetlerin adabı, Kur’an ve sünnet ışığında anlatılmalı, halk bilinçlendirilmelidir. Eğer bu yapılmaz ise nasıl bayramlarımız kültürel birer etkinlik hâline geldiyse Hac ve Umre ibadetlerimiz de aynı tehlikeyle yüzleşmek zorunda kalacaktır.
TEHLİKE KAPIDA: İBADETİN RUHU KAYBOLUYOR
Umre ve Hac ibadetinin asli ruhu kaybolursa bu yalnızca bireysel bir kayıp değil, ümmet olarak da büyük bir kayıp olur. Allah’a yakınlaşmayı unutan bir toplum, ibadetin özünü de kaybeder. Bu yozlaşmanın önüne geçmek yalnızca bireylerin değil, İslam ümmetinin ortak sorumluluğudur.
HÜLASA
Kâbe, huşunun, teslimiyetin ve takarrubun merkezidir. O mukaddes mekân, saygısız bir telaşın, gösterişin veya karmaşanın yeri değildir. İslam ümmeti, ibadetlerinin anlamını ve ruhunu yeniden hatırlamalıdır. Yoksa ibadetlerin şekli kalır; ama ruhu kaybolur. Ve o ruhu kaybettiğimizde asıl kaybeden biz oluruz.
Selam ve dua ile
Fi-emanillah.