Büyük ülke nasıl olunur? Petrol, doğalgaz, değerli madenler, silah sanayi, ağır sanayi, teknoloji, finans, ordu, sanat… Hangisi olunca Büyük Türkiye oluruz? Hepsi birden, dengeli dağılım mı olması lazım? Marjinal iddiayla birine yüklenmek mi lazım? Stratejik sıraya dizmek mi lazım? Yerlerine alternatiflerini mi yapmak lazım? Verilecek bütün cevaplar hem doğru hem yanlış olacaktır…
Aslında Anadolu’nun kabini anayasa olarak yazdığımız gün büyüyeceğiz ve o zaman değişecek dünya… Şöyle mesela; Alman Focus’un haberine göre Down Sendromlu olarak dünyaya gelen bir bebeği ailesi reddetti. Hükümet şimdi o çocuğa aile arıyormuş; bulunamazsa yetimhaneye verilecekmiş…
Anayasa’da şöyle bir madde hayal edin:
“Dünyanın bütün mazlum çocukları, yetimleri, istenmeyenleri ve eziyet altında olanları Türkiye’nin doğal vatandaşıdır. Türkiye, dünyadaki bütün bebeklerin anne-babasıdır ve onların hayatlarından kendini sorumlu ve görevli kabul eder. Dünyanın neresinde olursa olsun, hangi sebeple olursa olsun bir bebek ailesi tarafından istenmiyorsa Anadolu o bebeğe anne-baba olmayı teklif eder. Kabul edilirse ülkenin bütün vatandaşlarının gönülden onayıyla o bebek Türkiye’de büyütülür ve bütün vatandaşlar anne-babası olur.”
Anayasasına bu maddenin yazılmasını talep etmiş bir toplum hayal edin. Böyle yasalar ve kanunlar yazabilen hukukçular, siyasetçiler yetiştirmiş bir toplum hayal edin. İşte bu Anadolu’nun ruhudur aslında, Türkiye’nin üzerinde durduğu büyük hikâyenin ve ileride varmak istediği yerin işaretidir. Suriyeliler’e aynısını yapmıyor muyuz? Ben de diyorum ki; yazalım bunu Anayasamıza ve dünyaya Türkiye’yi teklif edelim…
Ama önce, alsak o masum bebeği evimize ve büyütsek. Onu doğuran anne-babasına, insanlığa küstürmeden büyütsek. Kalbi hiç kırılmasa ve başımıza taş yağmasa… Dedim ya, hayal etsenize dünyaya Türkiye’yi teklif ettiğimizi…