İnsanlık tarihi boyunca insan iyilik ve kötülük kutupları arasında gezinip durmuştur.
İnsan, iyilere ve iyiliğe yaklaştıkça iyilerden, kötülere ve kötülüğe yöneldikçe kötülerden olmuştur.
İnsan iyiliğe meyyaldir aslında; kötülük etme potansiyeline de sahiptir aynı zamanda.
İyilik ve kötülük Allah’ın insanın önüne imtihan gereği açtığı iki yoldur.
Hangi yola gireceğini insan kendi iradesiyle tayin eder.
İmtihan da bu değil midir zaten; insanın gireceği ve gideceği yolu seçmesi.
Yollar içerisinde ayrılan yollar vardır.
Kötülük bataklık gibidir; girdikçe içine çeker, içerisinde durdukça içinden çıkılmaz bir hal alır.
İyilik ise kanat gibidir; yükseltir de yükseltir insanı.
İnsan kötülüğe girdikçe batar, iyiliğe tutundukça yükselir.
İnsan fiziken doğduğu gibi manen de doğar; fiziken, biyolojik olarak öldüğü gibi manen de ölür.
Kur’an insanın dünyadaki hayatının son bulması noktasında ölümünden bahsettiği gibi, manen ölümünden de bahseder.
Bu sebepledir ki, kimileri için kulakları vardır duymaz, gözleri vardır görmez, kalpleri vardır kavramaz der.
Bu gruptakiler her ne kadar biyolojik olarak yaşasalar da, ölüdürler.
Ama kalpleri hakikati kavrayan, gözleri gerçeğe görmeye ayarlı, kulakları Hakk’a yönelen kimseler her iki manada da yaşıyordur.
Hidayet üzere olmak yaşamanın ta kendisidir.
Hakikati kaybeden insan ne kazanırsa kazansın kaybetmiştir; hakikate ram olan insan neyi kaybederse kaybetsin kazanmıştır.
Dünya meşgalesi içerisinde hakikatin izini kaybetmeyenler ancak felaha erer.
Doğumu, yaşamı ve risalet görevi ile insanlığın kararan ufkunu ve umudunu aydınlatan, insanlık için bir çıkış yolu sunan Peygamber Efendimiz’in (sas) izinden gidenler ancak kurtuluşa erer.
Dünya ölümle son bulur; fakat ölmeden önce ölmenin sırrını kavramış olanlar, hidayete tutunanlar öldükten sonra yaşamanın sırrına varırlar.
Kur’an Hz. Muhammed’i (sas) bizim için Üsvei Hasene, yani en güzel örnek olarak önümüze koyar.
Hz. Aişe annemizin deyişi ile, onun ahlakı Kur’an’dır.
Biz Müslümanlar Peygamber Efendimiz’e (sas) benzediğimiz kadar ahlaken güzelleşir, onu örnek aldığımız kadar hayatı güzelleştiririz.
Onun insanlarla olan ilişkisi, yönetici olarak vasıfları, ihtiyaç sahiplerine kol kanat germedeki hassasiyeti, aile ilişkisi, çocukları ve torunlarına yaklaşımı, komşularıyla olan münasebeti, hak ve hakikat karşısındaki tavrı, zulüm ve zalim karşısındaki duruşu hepsi her birimizin kendi hayatına taşıması, aktarması gereken özelliklerdendir.
Bugün ümmet olarak zayıf ve güçsüz oluşumuzun altında ona benzemekten uzak oluşumuz yatmaktadır.
Müslümanlar olarak yeniden hassasiyetlerimize kavuşmak, yeniden dirilmek istiyorsak ona benzemek, onu kendimize örnek almak zorundayız.
Peygamber Efendimiz’in (sas) dünyayı teşriflerinin yıldönümü olarak andığımız Mevlid Kandili, hayatı, ölümü, dünyanın geçiciliği, ahiretin kalıcılığını, Peygamberimiz’in (sas) uğruna mücadele verdiği hakikatleri anlamak ve kendi manevi doğumlarımızı gerçekleştirmek için güzel bir hatırlatıcı olarak bilmek lazım.
Onun doğumu kötü ve karanlık bir çağın kapanıp, iyi ve güzel bir çağın doğuşuna vesiledir.
Doğum günün ümmetin ve insanlık için iyilik ve güzelliklere vesile olsun Efendim (sas).