İnanmak insanî bir zarurettir kâri. Yani her kim olursa olsun ve her nerede yaşarsa yaşasın insan doğuştan ve fıtraten bir inanca sahip olmaya mecburdur. Şunu diyebilirsin elbette “inanmıyorum diyen insanlar da var.” Evet böyle söyleyenler de var lakin onların inkarı esasında tam olarak bir inanmama değil bence bir buhran, bir kaybediş ve kayboluş hali. Yoksa inanmak bir tercih olmadan evvel -ki bence insan inanıp inanmamayı değil de neye inanacağını tercih edebilir en fazla- insan için bir lütuf ve bir mecburiyettir.

Hal böyleyken insan şunu düşünüyor; inanmış bir insan ne yapar ve nasıl olur? Bence hem zor ve hem de tam olarak cevabı verilmeyecek bir soru bu. Zira inandığını söyleyen ya da iddia eden her insanın cevabı başka olabilir bu soruya. Lakin aklın da ve hakikatin de yolu birdir ve elbette buna verilecek bir cevap bulunur. Benim kanaatimce -ki bunu daha evvel yazmıştım- inanmak söz değildir, inanmak fiildir. Yani “inandım” demek en azından sizi o yola sokmaya kafidir belki lakin yetmez ve bence inanmak yolda yürümek demektir, gayret etmek, çaba göstermektir. İnanmak, “inandım”dan sonra başlar bence. Ve zannediyorum ki bu meselenin esas sırrı samimiyettir. Bütün menfaatlerden, çıkarlardan, beklentilerden sıyrılmış saf ve karşılıksız bir inançtır esas olan ve bunu bulmak aramaktan çok daha zor.

Bir hocam şöyle söylerdi, hiç unutmuyorum; “İslam’ı öğrenmek ve bir Müslüman görmek isterseniz Anadolu’nun ücra bir köyünde belki okuma yazması bile olmayan, Kur’an-ı Kerim’i alıp okuduğunda kekeleye kekeleye ve belki de hatalarla okuyan ama bir kez olsun O’na abdestsiz dokunmayan, pencere önünde oturmuş ezan vaktini beklerken tesbihini çeken teyzelere bakın. Zira onlar karşılıksız bir teslimiyet ve hakiki bir samimiyetle inanmışlardır.” Ben de böyle düşünüyorum ve onlarda gördüğüm samimiyeti görmek için bakabileceğim başka bir yer de bulamıyorum.

Çok okuyup da, dinin her türlü ayrıntısını öğrenmiş ve hatta soranlara öğretmiş, fetva verecek ve dini temsil edecek olanların bu samimiyetten yoksun ve hatta yoksul olmasını da kabul edemiyorum ama. Ve aklıma da hep şu cümle geliyor bu bahiste “bu kadar cehalet ancak okuyarak olur.” Gayretli, dertli ve samimi din adamlarını elbette bu genellemenin dışında tutuyorum ama sayılarının çok az olduğunu ve onlara da bunca kaht-ı rical hali varken sıkı sıkı sarılmak gerektiğini söylemezsem olmayacak.

Bu yazdıklarımın hepsini aslında şu soruyu sormak için yazdım; din adamı kimdir ve ne iş yapar? Bu soruya cevap vermesi gereken kişi belki ben değilim lakin en azından soruyu sormaya hakkım var. Zira bu meselenin ne kadar önemli olduğunu ve kendisine verilen bu vazifenin ne denli mukaddes olduğunu anlamayan ve bunu sadece sıradan bir iş olarak görenler var. Bulundukları makamın kimin mirası olduğunu ve temsil ettikleri mevkiin kudsiyetini anlamak zor geliyor bence. Bilemiyorum ama sadece üzülüyorum.

Benim kanaatimce din adamı, gönül adamıdır. Kendisine verilecek lojmanın kaç odalı olacağını düşünmeden önce kaç kişiye ulaşabileceğini düşünmelidir, ezana kaç dakika kala camiye gireceğini hesap etmeden önce ezan sesini duymayanlar için ıztırap çekmelidir, yatsı namazı bitsin de bu günü bitireyim diye düşüneceğine, kalayım da belki bir kişinin ahiretini kurtarayım demelidir. Ve hem klas adam olmalıdır din adamı. Her haliyle ulvi bir temsiliyetin mümessili olduğu görünmeli, bakan onda dinin mücessem halini görmelidir. Ayrıca bu söylediklerim bir teklif de değildir bir mecburiyet ve bir gerekliliktir.

Bana sorarsan “müslümanım”diyen her kişi potansiyel bir din adamıdır. Olmak zorundadır. Ne iş yapıyor olursa olsun samimiyetle bu gayrete teşebbüs eden herkese destek olmak zorundadır memuriyetle bu işi yapanlar. Allah rızası için hizmet eden ve gayret edenler işte o Anadolu’daki teyze gibi samimidir ve kırılmalı küstürülmemelidirler. Böyle işler bu meseleden para kazanmayan bir çıkarı olmayan, gönül veren ve gönüllü adamların omuzlarında yükselir zira. Bu meseleyi bir iş olarak gören, yattığımız yerden para kazanıyoruz kafasında, mesai ile imamlık ya da din adamlığı yapanların bunu anlaması ya da anlayabiliyor olması bence çok mümkün değil.

Bütün bunları yazmış olmamın elbette somut bir sebebi ve verilecek bir adresi var. Lakin şimdi değil. Lakin şunu söylemek de gereklidir ki samimiyetiyle ve karşılık beklemeden Allah’ın dinine hizmet eden adamları, maaşla bunu bir iş olarak yapanların ne küstürmeye ve ne de küçümsemeye hakkı yoktur, olmamalıdır da.

Söyleyeceklerim bu kadar…