Göç denince hepimizin yüreği sızlar. Yeni nesiller olarak çok acılar yaşamadık ama geçmişlerin hikâyeleri bizi kuşatır, gönlümüzü dağlar, gözlerimizi yaşartır. Göçü en iyi türküler anlatır; “Göç göç oldu, göçler yola dizildi.” diye.
“Ano Yemen’dir, gülü çemendir, giden gelmiyor, acep nedendir?” diye gidip de gelmeyenlerin arkasından ağıtlar yakmışız. “Ölüm Allah’ın emri, ayrılık olamasaydı” diyerek bağrımıza taş basıp yeni bir hayata başlamışız. Kutlu Nebî zora düşmeseydi terk mi ederdi kutlu belde Mekke’yi? “Göçtü kervan, kaldık dağlar başında.”
Koca devlet dağılınca gök kubbe başımıza yıkıldı. Sağ kalanlar son vatan toprağı Anadolu’ya sığındı. Kalanların, kaybolanların bırakın hikâyesini yazmak, doğru dürüst listesini bile tutamadık. Aslında insanlık tarihî biraz da göçlerin hikâyesidir. Kölelerin, esirlerin dramını hangi roman yazar; hangi belgesel, hangi film anlatır…
28. MÜSİAD Fuarı ve 20. Uluslararası İş Forumu’nun (IBF) bu yılki teması “Göç”tü. Dünyada yaşanan göç konusu farklı başlıklarla ele alındı. Uluslararası Teknolojik Ekonomik Sosyal Araştırmalar Vakfı (UTESAV), göç konusunda konunun uzmanı akademisyenlere saha çalışmalarını da içeren bir rapor hazırlattı. Raporun hazırlık aşamalarında UTESAV Başkanı olarak ben de bulundum. Sonra UTESAV nöbetini Müstakil Sanayici ve İş Adamları Derneği (MÜSİAD) Başkan Vekili Ahmet Doğan Alperen’e devrettim. Doğan başkan, her zamanki gibi hızlı ve dikkatli bir çalışma ile raporu tamamladı. MÜSİAD Başkanı Mahmut Asmalı ve IBF Başkanı Erol Yarar rapora sahip çıkınca ortaya güçlü bir söylem ve güçlü bir gündem çıktı. Ucuz, ırkçı söylemlerin aksine göç meselesinde gerçekçi, ayakları yere basan bir yaklaşım sergilenmiş oldu.
Rapordan ve konuşulanlardan önce meseleye serinkanlı ve aklıselimle yaklaşılması gerektiğini anladım. İyi yönetilirse göçmenlerin ekonomilere olumlu katkı sağladığını bir kez daha duydum. Bu önemli tespiti 2022 yılında İstanbul Ticaret Odası’nda iken hazırlatmış olduğumuz “İstanbul Ekonomisinde Suriyeli Girişimciler” raporunda da dile getirmiştik. Bunun en iyi örneğinin göçmenler ülkesi ABD ve göçmenlerin katkılarıyla dünyanın en iyi ekonomilerinden birine sahip olan Almanya olduğunu dinledim. Erol Yarar’ın şu cümlesinin altını çizmekte fayda var: “Göçmene değil, göçe odaklanalım.” İnsanlar yerini, yurdunu, eşini, işini, aşını niye bırakır da göç eder? Üç kuşak önce can havliyle bu coğrafyaya sığınanların torunları, o zaman gelemeyip de şimdi gelebilenlere niye kem gözle bakar? Neden bir sürü iftira ve dedikoduyla masum ve mazlumların gönlünü kırar? Tabii ki eskiden gelenlerin olduğu gibi şimdi gelenlerin de hepsi pirüpak değil. İnsan yaratılışı gereği eksiktir; hata yapar, günah işler ama bütün faturayı topyekûn bir topluma ve millete çıkarmak en basit hâliyle ırkçılıktır. Irkçılık da bir insanlık suçudur. Adalet ve merhametiyle dünyaya örnek olmuş milletimizi böyle bir töhmet altında bırakmak en hafif tabiriyle gaflettir.
Tabii olarak dönüyor, dolaşıyor kendi hikâyemize geliyoruz. Bize dair bir acıyı tekrar hatırlatarak yazıya son verelim. Üç kuşak önce emperyalistlere bırakmak zorunda kaldığımız Filistin-Kudüs, Lübnan-Beyrut şu an ölümlerin, zulümlerin, sürgünlerin büyüğünü yaşıyor. Biz orada kalmadığımız için sevinelim mi? Orada kalan kardeşlerimiz için hüzünlenmeyelim, dertlenmeyelim, çözüm aramayalım mı?
“Ano Kudüs’tür, yolu Gazze’dir, giden gelmiyor, acep nedendir?” Bugün itibarıyla insanlık olarak yine bir şey yapamadık. Hadi oturup bari ağlayalım; gözyaşlarımız belki Gazze’ye, Beyrut’a ulaşır…