“Dünyevileşme” kelimesini daha önce duymakla beraber kavramlaştığını yeni öğrendim. Özet olarak “dünya sevgisinin” öne çıkmasını ifade eden “dünyevileşme” üzerine akademik çalışmalar da yapılıyor. Kavram yeni ve yerli olmakla beraber henüz efradını cami ağyarını mâni olarak tanımlanmış değil. Zaman içinde çalışmalar arttıkça kavram daha iyi anlaşılacaktır.
Dünyevileşme bana sekülerleşmeyi, laikçiliği, laikliği hatırlatsa da İslami İlimler Araştırma Vakfı (İSAV) ile İstanbul Ticaret Üniversitesinin düzenlediği “Günümüz İslam Toplumunda Dünyevileşme ve Nedenleri” adlı uluslararası ilmî toplantıda konuşmaları dinleyince bu kavramların birbirini çağrıştırmasında yanılmadığımı anladım. Batı’dan ithal ettiğimiz bu kavramlar yüzünden millet olarak anamızdan emdiğimiz süt burnumuzdan geldi. Bu kavramları gerçek manalarıyla anlayamadığımız gibi bir de bunlara yüklenen yeni tanımlarla dayatmalara maruz kalıyorduk. Meşhur 163. madde yüzünden nice masum mağdur oldu. Yaşadığımız acı tecrübeler benim bu kavramlara şüpheyle bakmam için yeterli.
İlim adamları, sekülerleşmenin ve laikliğin bizim ülkemizde uygulandığı gibi tanımı olmadığını ifade ettiler. Laikliğin, devlet ve hukukla ilgili olduğunu, vatandaşların laik olamayacağını, sekülerleşmenin ise şahıslarla ilgili olduğunu vurguladılar. İnsanlar bazında sekülerleşme ve dünyevileşmenin, bilinenin aksine çok kötü bir şey olmadığının altını çizdiler. Bu kavramların tarihi sürecine ve çıktığı toplumlara baktığımızda karşımıza Avrupa çıkıyor. Avrupa’da kilisenin baskısına karşı verilen iktidar mücadelesinde kilise yenilmiş ama Hristiyanlık baki kalmıştır. Hristiyanlığın değerleri zaman içinde kültürel değer olarak varlığını sürdürmüştür.
Bugün dünyanın büyük çoğunluğunda uygulanan takvim ve tatil günleri Hristiyanlığın inanç değerleri iken bugün maalesef sadece Batı toplumlarının değil, İslam toplumlarının resmî millî günleri olmuştur. Aslında bizim laikçilerin baktığı yerden bakarsak cumartesi ve pazarların tatil olması laikliğe aykırıdır. Başta İngilizler olmak üzere emperyalistler dünyayı işgal ettiklerinde bir kısmı dinî değerken millî değer hâline getirdikleri inançlarını İslam toplumlarına da “çağdaşlık, modernlik” adı altında dayatmışlardır. Yaşadığımız çağda “kültürel emperyalizm” bütün hızıyla devam etmektedir. Onların kavramlarının ne olmadığını dinlemekten bıktık.
Bu üç kavram da İslam’ın özüyle çatışmaktadır. İslam denge dinidir. Orta yolu tavsiye eder. Dünya ahiretin tarlasıdır. Ahireti kazanmak için dünyada çalışmak gerekir. Namaz kılmak, oruç tutmak gibi çalışmak da ibadettir. İslam inancında dinî olan veya olmayan diye bir ayrım yoktur. Dünyayı terk etmek olmadığı gibi dünyaya tapmak da yoktur. Dünyada biriktirdikleriniz; mallar, evlatlar, makamlar, mevkiler bir manevi maksada matuf değilse boşa gitmiş emekten başka bir şey değildir. Ayet-i kerimede “Onlar zekât için çalışırlar.” diye buyruluyor. Biriktirdiğiniz malları insanların istifadesine sunmayarak elinizde tutuyorsanız mallarınız bu dünyada kalır, siz ise gözü açık gidersiniz. Allah’ın size lütfettiği emanetlerden başta bedene iyi bakmak üzere verilen rızıkların helal ve temiz olanlarından istifade etmek de ibadettir. İslam toplumlarının ilim adamları, Batı’yı taklit etmekten vazgeçip kendi değerleri üzerine hayatın bütün alanlarını kapsayacak çalışmalar yapmalılar. Batı’nın giydirdiği “deli gömleğini” çıkaralım artık!
Kendimize eziyet çektirmemek için kendi tarihimizden, coğrafyamızdan, değerlerimizden yararlanarak kendi kavramlarımızı üretmek zorundayız. Sadece kavramlarımızı üretmek yetmez, onları hayata geçirecek insan ve kurumları da ihya ve inşa etmeliyiz.