İstanbul’da deprem oldu. Allah’tan beklediğimiz kadar büyük değil ama daha büyüğü ne zaman gelecek kimse bilmiyor.

Peki ne yapıyoruz? Deyim yerinde ise hiçbir şey!

Kentsel dönüşüm yok. Toplanma alanlarının düzeni bozulmuş. Acil ulaşım yolları bedava otoparka dönüşmüş. Toplu taşıma ve trafik tamamen patlak. İletişim altyapısı pamuk ipliğine bağlı.

Bu hâlde iken yıkıcı bir depremle karşılaşsak ne olur, düşünmüyoruz diye sormuyorum; gayet güzel düşünüyoruz… Hele 6 Şubat felaketinden sonra deprem konusu sık sık aklımıza geliyor. Ama sadece korkuyoruz veya konuşuyoruz… Yapılması gerekenleri ise sürekli erteliyoruz, bahaneler üretiyoruz, görmezden geliyoruz.

İstanbul’u 6 yıl boyunca yöneten belediye başkanı, milyarlarca lirayı deprem önlemlerine değil reklama harcamış, kendine yakın gazetecilere paralar dağıtmış, daha beteri kendisinin ve çevresinin küpünü doldurmuş. Kentsel dönüşüm namına yaptığı hiçbir şey yok. Ama kimse de dönüp bu adamın kenti sürüklediği noktayı tartışmıyor.

İstanbul’un caddeleri açık otopark hâline gelmiş durumda. Her yerde kafasına göre park etmiş otomobiller, kamyonetler, servis araçları, hatta tır kamyonları var. Acil ulaşım yolları da otoparka dönüşmüş hâlde. Hadi belediye kendi cebinin derdinde olduğu için ilgilenmiyor. Peki valilik veya emniyet müdürlüğü niye oralı değil? Bilen yok!

Küçücük bir sarsıntıda tüm iletişim hatları kilitlendi. İlk sebebi, hepimizin panik hâlinde telefonlara sarılması. Herkes kendince haklı ama gerçekten acil bir durum söz konusu değilse böyle zamanlarda telefonları meşgul etmenin doğru olmadığını da bilmemiz lazım. Canına zarar gelmediğini bildiğiniz insanları “sırf sesini duymak için” hemen aramasanız da olur. Felaket anında biraz sabırlı olmalı, iletişime ve ulaşıma en çok ihtiyaç duyanlara öncelik vermeliyiz değil mi?

Ama iletişimdeki aksamanın tek sebebi bu değil. Telefon şirketleri de gerekli altyapı yatırımlarını yapmıyorlar. Çuvalla fatura ödediğimiz GSM operatörleri normal zamanlarda bile doğru düzgün iletişim hizmeti veremiyorlar. Felaket anında kitlenip kalmaları gayet normal. Bakanlığın bu şirketleri çok daha sıkı denetlemesi, yatırım zorunluluklarının tekrar gözden geçirilmesi gerekiyor.

Bir de evimizde, iş yerimizde depreme hazırlık konusu var. Kaç binada gerçekten deprem tatbikatı yapılıyor? Kaç evde deprem çantası var? Kaçımız deprem anında ne yapmamız gerektiğini biliyoruz? Deprem sırasında merdivenlere, asansörlere koşan insanlara bakılırsa bu sayı pek az.

Tekrar edelim; korkarak veya gevezelik yaparak çözüm üretemeyiz. Her anlamda derhâl harekete geçmeliyiz.

TÜRK OTELLERİ NE DURUMDA?

      Amerika’nın ünlü turizm dergisi Travel + Leisure, her yıl olduğu gibi bu yıl da dünyanın en iyi 500 otelini seçti. Türkiye’den sadece üç otel listeye girebildi: Kapadokya’dan Argos, İstanbul’dan The Peninsula ve Shangri-La Bosphorus.

           

            Biz 3’te kalırken 10 milyonluk komşumuz Yunanistan listeye tam 11 otel sokmuş.

            Liste, otellerin lüks olmalarına göre değil, orijinal olmalarına ve fiyat/performans oranlarına göre hazırlanıyor. Zaten Travel+Leisure dergisi de seyahatte en seçici olan, en kaliteli turist grubunu hedefliyor.

            Ne Akdeniz sahillerindeki milyarlık otellerimiz bu listeye girebiliyor ne Ege’deki butik tesislerimiz. Bir tek örnek deseniz yok. Türkiye’ye gelen turistin niteliği de işte böyle göstergelere göre ortaya çıkıyor. Nitelikli olanlar başka ülkelere kaçarken bize ucuz her şey dahilciler kalıyor.

            Maalesef turizm istatistikleri bir yandan büyüyen rakamları gösterirken diğer yandan nitelik ile ilgili asıl sorunlarımızı gizliyor.