Bilindiği üzere 13 Aralık’ta İslam İşbirliği Teşkilatı Olağanüstü toplantısından Kudüs ile ilgili önemli bir karar çıktı. Çıkan bu kararın ardından adeta bütün dünyayı saran küresel bir dalganın her geçen gün daha da genişlediğini görmekteyiz. Başlangıç olarak BM Genel Kurulu’nda yapılan Kudüs oylamasında 128 kabul oyuyla “Milletler ilk defa birleştiler” desek yeridir. Bunda Türkiye’nin, Sayın Cumhurbaşkanın almış olduğu inisiyatifin çok önemli olduğunu söylemem gerek. Bu inisiyatifle başlayan aksiyon, kolektif davranış biçiminde küresel bir sosyo-politik harekete dönüşmeye başladı. Ayrıca Müslüman devletlerin yıllardır Müslüman kanı dökülen Filistin davasında ve Kudüs konusunda aralarındaki ayrılıkları bir kenara bırakıp birleşebilmelerinin de büyük etkisi var. Bunlara ilave olarak yeni küresel nizamın teşkil etmeye devam ettiği bu süreçte diğer önemli bir faktör daha var.Hıristiyan dünyasının aldığı tavır. Zira Hristiyan dünyası da Kudüs özelinde Siyonist egemenliğin dünyaya hâkim olmasını istemiyor. Tabi bütün bu gelişmelerden önce bin bir emekle ve yaşanan bütün krizlere rağmen Rusya-İran-Merkezi Irak Yönetimi-Katar hattında oluşturulan eksenin etki ve desteğini de unutmamak gerekir.

Ancak sosyal hareketler volan dişlisi gibidir kolay başlamaz, başladıktan sonra da kolay durmaz. Dolayısıyla 13 Aralık’ta İstanbul’da başlayan ve müteakiben BM Genel Kurulu’ndaki kararla devam eden bu sürecin özellikle Türkiye için olumlu sayılabilecek müteakip yansımalarını da görmeye başladık. Avrupa Birliğinden gelen açıklamaları, Mısır’ın ilişkilerin normalleştirilmesi yönünde dün verdiği beyanları bu bağlamda değerlendirmek gerek. Bu olumlu durum Türkiye’ye çoklu fırsatlar sunuyor. AB ilişkilerin normalleştirilmesi başta ekonomik ve siyasi olmak üzere Türkiye üzerindeki pek çok baskının azalması veya ortadan kalkmasını sağlayabilir. Özellikle başta FETÖ ve PKK/PYD olmak üzere Almanya’nın ve diğer birtakım Avrupa ülkelerinin Türkiye’ye düşman unsurlara verdiği desteği minimize edebilir. Zaten son dönemde aldığımız haberlerde Avrupa ülkelerinin ve özellikle Almanya’nın terörün bumerang etkisinden ciddi rahatsızlık duydukları yönünde. Yurt içinde terörün kurumsal devlet yapısını ve yerleşik devlet sistemini artık tehdit edemeyecek boyuta indirgenmiş olması bir anlamda içte ve dışta Türkiye’ye yönelik terör destekçilerinin de ümitlerinin kırılmasına yol açtığını söyleyebiliriz. Sayın Cumhurbaşkanının geçtiğimiz pazar günü Şırnak’ta yaptığı konuşmada bahardan itibaren terör nedeniyle yaylalara çıkış yasağının kaldırılacağını söylemesi hayatın normale dönmeye başladığını göstermesi bakımından önemli. Bu sayede bölgede hayvancılığın gelişimi ekonomik canlanmanın da en önemli manivelası olacaktır.

Kıymetli okurlarım terörle mücadelede yapılacaklar bellidir. Öncelikle yurt içinde terörün yok edilmesini sağlayacak teknolojiyi üretmek, bu sayede dik ve derin vadilerde, ulaşılması güç sarp arazilerde teröristin bulunmasını ve etkisizi hale getirilmesini sağlamak. Geçmişte yol geçen hanına dönmüş olan sınırlarımızda şu an yapıldığı gibi fiziki güvenlik sistemlerini tesis etmeye devam etmek,gece ve gündüz havadan elektronik gözetleme, tespit, teşhis ve atış sistemlerini ve bunları hava-yer şeklinde çoklu olarak koordine edecek yazılım ve donanımları milli ve yerli olarak üretmek. Bunlar tamamlandıkça terörün azaldığını ve bir süre sonra da marjinalleşerek minör unsurlara dönüştüklerini göreceğiz. Türkiye bu yoldadır ve büyük mesafeler alınmıştır. Ayrıca bu konu devletin bekası ile ilgilidir. Bu nedenle siyaset malzemesi yapılmamalıdır. Dünya’nın herhangi bir yerinde her zaman terör saldırısı olabilir. Bu durum oranın güvensiz olduğu anlamına gelmez. Önemli olan bu terör hadiselerinin gelişmiş ülkeler ortalamalarının altında tutulabilmesidir. Bunula koordineli olarak sosyal devlet anlayışının gereklerini bölgeye daha hızlı ulaştırarak toplumsal entegrasyonu daha fazla güçlendirmek, terörizmle mücadele açısından zaruridir. Zaten yapılan da bu. Şuan ki elde edilen başarıyı gölgelemeye ve küçümsemeye, siyasi malzeme yapmaya, bunun üzerinden ‘bölgeye özgürlük tanınsın’, ‘bölge halkının kimliği tanınsın’ gibi ayrılıkçı söylemler üretmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.Ve milletimiz bunları yapanlara gerekli cevabı verecektir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti etnik, dini ya da mezhepsel bir temelde inşa edilmemiştir. Ve hiçbir dönemde ülkemizin hiçbir köşesindeki hiçbir insanımıza politik, hukuki veya bürokratik ayrımcılık uygulanmamış, bu yönde bir devlet politikası asla benimsenmemiştir. Mesele terör meselesidir, atalarımızın canları pahasına kurdukları Türkiye Cumhuriyeti Devletinde kimsenin etnik köken veya inanç bağlamında kimseyle bir derdi veya sorunu yoktur.

Ancak içteki terör tehdidini besleyebilecek dış gelişmeler de yakından takip edilmelidir. Geçtiğimiz günlerde ABD başkanı Trump’ın PYD’ye 2018 yılı içinde 3 milyar dolardan fazla silah gönderme kararını onaylaması bunlardan biri. Buna karşıTürkiye’nin oluşturması gereken dört aşamalı stratejiden daha önce bahsetmiştim. Diğer bir husus da yine geçtiğimiz hafta ABD’nin Ukrayna’ya savunma amaçlı geliştirilmiş silah sistemleri satma kararı alması. Bu kararın Rusya’nın Suriye’den asker çekmediğine, aslında asker kaydırdığına bir işaret olabilmesi bakımından önemli olduğunu düşünüyorum.Tabi Avrupa kriz alanının derinleşebileceğini de bu meyanda söylemem gerek. Huzurlu ve mutlu günler dileğiyle.