Biz bu filmi daha önce seyretmiştik ve “Hayırdır!” demekten kendimizi alamıyoruz.

Birileri yine postmodern bir darbe girişiminin hazırlıklarını yapıyor da bizim mi haberimiz yok!

Ne mi oluyor?

Olan şu, efendim. Kemalist-vesayetçi-cunta sever kesim ve bunlara ek olarak PKK ve FETÖ sever kitle, sosyal medyada sistematik biçimde ve sürekli dindar ve muhafazakârlara yönelik itibar suikastı yapmaktalar. Binlerce bot hesap üzerinden sürekli olarak dindarlar, ahlaksızlık ve yüz kızartıcı eylemleri yapmakla itham edilmekteler.

Bu söylemi yayan kesimlerin parti, dernek ve gruplarına bakıyorsunuz... Kadınlar tecavüze uğruyor ve susturulmaya çalışılıyor. Hiçbir Kemalist kadın çıkıp da mağdurları savunmuyor. İlk aklıma gelen örnek CHP’nin seçim otobüsünde gerçekleşen çirkin eylem ve HDP’li milletvekilinin Diyarbakır’da bir partili kadına uyguladığı yüz kızartıcı fiildi. Hepsi birden konuyu kapatmaya ve üç maymunu oynamaya yeltendiler.

Bu ikiyüzlülük, bu çifte standart bilinçli bir tercih olarak pratize edilmekte.

Bu ülkenin yüzde 75’i kendini dindar olarak niteliyor. Tam 60 milyon kişiye birkaç kendini bilmez alçağın yaptıkları üzerinden toptancı bir anlayışla saldırıyor, yeriyor ve hakaret ediyorlar.

İstiyorlar ki dindarlar kimliklerinden utansın ve içe dönük bir hayat sürsünler. İstiyorlar ki dindarlar siyasette etkin olmayıp devleti yönetmeye talip olmasınlar. Sosyal hayatın içinde kimliklerini saklayıp kendilerine benzer olsunlar. İstiyorlar ki gençler, kötülenen dindarlığa mesafeli olsunlar.

Proje bu, plan bu!

Oysa dindarlar bu yüzde 25’lik kesimi hiçbir zaman yaşam tarzları nedeniyle hakir görmedi, hakaret etmedi ve suçlamadı. Dindarlar, karşı mahallenin ne içkisini ne kumarını ne aile içi şiddet vakalarını ne de ensest olaylarını diline doladı.

Dindarlar sadece kendi yaşam tarzlarına saygı duyulmasını istedi.

Karşı mahallenin de toplum normlarına uymayan alışkanlıklarının propagandasının yapılmasına karşı çıktı. LGBT, alkol ve kumarın reklamına müsaade edilemezdi.

O DELİKLERE BETON DÖKERİZ!

Şimdi, gelelim bu yazının yazılma nedenine!

Sosyal medyadaki manipülasyon ve dezenformasyona ek olarak konvansiyonel medya da yukarıdaki plan ve projeye eklemlendi.

Bazı TV dizilerinde tarikatlar iftiralara maruz kaldı. Dizinin birinde tarikat mensupları çocuk tecavüzcüsü olarak gösterildi. Hatta isim de verelim; Arka Sokaklar dizisinde konu korkutucu biçimde ekrana taşındı.

Biz biliriz ki ne zaman TV ekranları cemaat ve tarikatlar üzerinden karalama kampanyası başlatırsa işte o zaman alarm zilleri çalmaya başlamış demektir.

Biz bu filmi daha önce yaşadık.

28 Şubat 1997 Postmodern Darbesi’ne giden süreçte toplum psikolojisi, aynı taktikle operasyona maruz kaldı.

Ali Kalkancı ve Müslüm Gündüz gibi sahte şeyhler üzerinden bir tiyatro kurgulanmış ve tecavüze uğramış bir kadın olarak Fadime Şahin’in mağduriyeti, haftalarca özel kanalların haber bültenlerinde canlı yayınlarla aktarılmıştı.

Topluma korku pompalanmıştı. “Şeriat işte böyle kötü bir şeydir, tarikatlar kötüdür, kadınlar mağdurdur ve bakın bu iktidar da hepsinin sorumlusudur.” algısı yayılmıştı.

Bu süreçte toplum, ekranlarda gördükleri Fadime’nin gözyaşlarına inanmıştı…

Bunun üzerine Refah-Yol iktidarı darbeye maruz kaldı ve hükûmet düşürüldü.

Plan, amacına ulaştı.

Yıllar sonra açığa çıktı ki Fadime, ajansa kayıtlı bir oyuncuymuş. Müslüm Gündüz ise cuntacılar tarafından bu süreçte kullanılmak üzere eğitilmiş boşta gezen bir adam imiş.

Bakınız, bu millet aynı senaryonun tekrar işletilmesine fırsat vermeyecektir.

Bir hadis-i şerif paylaşmak isterim; "Mümin, bir delikten iki defa sokulmaz. (Mümin, iki defa aynı yanılgıya düşmez)" (Buhârî, “Edeb”, 83; Müslim, “Zühd”, 63)

Ne o yılana müsaade edeceğiz ne de deliği ihmal edeceğiz. O deliği betonla kapatmak, o yılanın başını kopartmak, mümkün olmuyorsa da kontrol altında tutmak boynumuzun borcudur.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, konuya dair şu açıklamayı yaptı: “Siyasi hayatımızın bütün safhalarında desteğini, duasını, hatta 15 Temmuz gecesi olduğu gibi canlarını bizden esirgemeyen insanlarımızın sırf inancı ve dış görünüşü dolayısıyla aşağılanmasına, üç beş kendini bilmezin reyting savaşına meze yapılmasına müsaade edemeyiz. Son yıllarda filmlerin, dizilerin, televizyon programlarının aile ile birlikte dinî değerlerimizi, dindarları hedef aldığını da müşahede ediyoruz. Sarıklı, sakallı, başörtülü, çarşaflı, cübbeli vatandaşlarımıza ahlaksızca saldırılmakta, itibar suikastları düzenlenmektedir. Tıpkı 28 Şubat dönemindeki gibi belli toplum kesimlerimiz âdeta öcü gibi gösterilmekte, tahkir ve tahrik edilmektedir. Buna sessiz, tepkisiz kalmamız mümkün değildir. Açık ve net söylüyorum; toplumun çimentosu olan mukaddesatımıza yönelik bu tür girişimler millî güvenlik sorunudur ve RTÜK başta olmak üzere ilgili kurumlarımız, bu konularda hızlı tedbirleri devreye almalıdır. 2024 Türkiye’sinde 28 Şubat’ı hortlatmaya çalışanlara göz yummayız, böyle bir atmosferin oluşmasına da asla fırsat vermeyiz.”

Cumhurbaşkanımız çok açık ve net konuşmuştur.

Devleti her zaman uçurumun kenarından alan dindarlar, Kemalist vesayetçi ve cuntacı tiplerce medya aracılığı ile itibar suikastına maruz kalıyor. İnanıyorum ki hükûmetimiz buna izin vermeyecek.

Mesele bir devlet ve millet meselesidir.

Mesele bir siyaset meselesidir.

Ve mesele dindar halkın onurunun korunması meselesidir.